Barbaros Hayreddin (zırhlı)

Barbaros Hayreddin veya SMS Kurfürst Friedrich Wilhelm, okyanus ötesi sefer yapabilen bir Alman zırhlısıdır.  Alman İmparatorluk Donanması ve sonrasında Osmanlı Donanması’nda görev yapmıştır. Geminin orijinal adı Prusya dükü ve Brandenburg seçici prensi olan I. Frederick William’dan gelmektedir.  Brandenburg sınıfının dördüncü pre-dreadnought gemisi idi (Diğer üçü Brandenburg, Weißenburg (Turgut Reis) ve Wörth). 1890 yılında Kaiserliche Werft Wilhelmshaven’da inşa çalışmaları başladı, 1891’de denize indirildi ve 1893’te tamamlandı. Geminin yapımı 11,23 milyon marka mal oldu. Brandenburg sınıfı savaş gemileri üç zırhlı tarette taşıdıkları altı ana top ile, diğer donanmaların iki tarette dört top taşıyan gemilerine kıyasla daha modern bir tasarımdı.

Kurfürst Friedrich Wilhelm Alman İmparatorluk Donanması’ndaki görev süresi boyunca az sayıda aktif görevde bulundu. Üç kardeş gemisiyle beraber 1900-1901 yıllarında Çin’deki Boxer Ayaklanması’nda görev yaptı. Gemi 1904-1905 yıllarında büyük çaplı yenilemeden geçti. 1910 yılında Kurfürst Friedrich Wilhelm Osmanlı İmparatorluğu’na satılarak Barbaros Hayreddin adını aldı. Osmanlı hizmetinde Balkan Savaşları’nda görev aldı, Aralık 1912 ve Ocak 1913’te Yunan donanmasına karşı iki muharebeye katıldı, savaş boyunca Trakya’da Osmanlı kara kuvvetlerine destek sağladı. 8 Ağustos 1915’te Çanakkale’de İngiliz denizaltısı HMS E11 tarafından torpidolanarak batırıldı.

İnşası

Kurfürst Friedrich Wilhelm, sınıfının dördüncü ve son savaş gemisi idi. Savaş gemisi D adı altında ısmarlandı, Kaiserliche Werft Wilhelmshaven’da 1890 yılında kızağa kondu. 30 Haziran 1891’de denize indirildi. 29 Nisan 1894 tarihinde Alman İmparatorluk Donanması’nda göreve başladı, aynı gün kardeş gemisi olan SMS Brandenburg’ta göreve başladı.  Kurfürst Friedrich Wilhelm, Alman donanmasına 11,23 milyon marka mal oldu.

Kurfürst Friedrich Wilhelm, 115.7 m uzunluğa, 19.5 m genişliğe sahipti, daha sonra torpido şebekesinin de eklenmesi ile 19.74 m oldu. Geminin su çekimi, burunda 7.6 m, kıç kısmında ise 7.9 m idi. Geminin tasarım ağırlığı 10,013 ton, maksimum deplasmanı 10,670 tondu. Gemi iki adet üç silindirli üçlü genleşmeli motora sahipti, toplamda 10,228 beygir gücünde idi ve 16.9 knot (31.3 km/s; 19.4 mph) hız yapabiliyordu.

Dönemi için sıra dışı olan Kurfürst Friedrich Wilhelm, bordasındaki üç zırhlı tarette toplam altı adet top mevcuttu. Zamanın gemileri iki tarette toplam dört top taşımaktaydı, Kurfürst Friedrich Wilhelm ana silahları açısından oldukça moderndi.  Geminin burun ve kıç kısımlarındaki taretlerde 28 cm’lik K L/40 toplar,  ortada ise daha küçük olan L/35 topları bulunuyordu. İkincil silahları olan sekiz adet 10.5 cm’lik SK L/35 hızlı topları ve sekiz adet 8.8 cm’lik SK L/30 topları ise kazamata takılı idi. Kurfürst Friedrich Wilhelm’in silah donanımı su çekiminin yukarısına monteli hareketli kundaklarda yer alan 6 adet 45 cm’lik torpido tüpü ile tamamlanmıştı.

Hizmet dönemi

Görevlendirilmesinin ardından üç kardeş gemisiyle beraber birinci filoya katıldı.  Birinci filo, ikinci filodaki dört eski zırhlı fırkateyn “Sachsen”ler tarafından destekleniyordu. 1901 yılında bu gemiler, “Kaiser Friedrich III” sınıfı savaş gemileriyle değiştirildi.  “Kaiser Friedrich Wilhelm” ise, 1897 yılı baharından sonbaharına, 1898 yılı Ekim ayından, 1899 yılı Eylül ayına kadar üzerinde seyrüsefer subayı olarak görev yapan Amiral Reinhard Scheer ve Franz von Hipper’in de aralarında bulunduğu, Açık Deniz Filosu’nun sonraki komutanları için bir yetişme sahasıydı.

Boxer ayaklanması

“Kurfürst Friedrich Wilhelm”, ilk büyük operasyonunu 1900 yılında, Boxer ayaklanması sırasında birinci filonun Çin’e konuşlandırılmasıyla yaşadı. Çinli milliyetçiler, Pekin’deki yabancı temsilcilikleri kuşattı ve Alman bakanı öldürdüler. Bu süreçte Çin’de olan askerler Boxerleri yenemedi.  Alman Doğu Asya Filosu; SMS Kaiserin Augusta, SMS Hansa, SMS Hertha korumalı kruvazörleri, SMS Irene ve SMS Gefion kruvazörleri ile SMS Jaguar ve SMS Iltis gambotlardan oluşuyordu.

Sefer kuvvetleri, Mareşal Alfred von Waldersee’nin yönetimindeki dört “Brandenburg”, altı kruvazör, on yük gemisi, üç torpido botu ve altı deniz alayından oluşmaktaydı.  Amiral Alfred von Tirpitz, gereksiz ve maliyetli gördüğü plana karşı çıktı. Kuvvetler, 1900 Eylül’ünde Çin’e ulaştığında Pekin’in kuşatılması çoktan sona ermişti.  Bunun bir sonucu olarak, kuvvetler Jiaozhou Körfezi civarlarında çıkan isyanları bastırdılar. Operasyon, Alman devletine 100 milyon marktan daha pahalıya mal oldu.

Modernizasyonu ve Osmanlı Donanması’ndaki hizmeti

1904 yılında Barbaros Hayreddin, Kaiserliche Werft tersanesinde ciddi bir yeniden inşa çalışmasına alındı. 1905 yılında tekrar denize açıldı ve Alman donanmasında görevine kaldığı yerden devam etti. Fakat 1906 yılında Büyük Britanya’da Dreadnought savaş gemilerinin ortaya çıkması ile denizcilikte önemli bir ilerleme kaydedildi, Barbaros Hayreddin ve diğer kardeş gemileri hızlıca eskimiş sayıldı ve sonuç olarak görevleri sona erdi.  12 Eylül 1910 tarihinde sınıfının en gelişmiş gemilerinden olan Kurfürst Friedrich Wilhelm (Barbaros Hayreddin) ve Weißenburg (Turgut Reis), Osmanlı İmparatorluğu’na satıldı (Gemilerin yeni adları, 16. yüzyıldaki ünlü iki Osmanlı amiraline aittir).  Birçok eğitimli er, Osmanlı Donanması’na oldukça büyük gelen bu iki savaş gemisine sevkedildi. Bir yıl sonra, Eylül 1911’de İtalya’nın Osmanlı İmparatorluğu’na savaş ilan etmesiyle Trablusgarp Savaşı başladı. Turgut Reis, Barbaros Hayreddin ve eski bir zırhlı olan Mesudiye Temmuz ayından beri yaz eğitimleri için açık denizde oldukları için savaşa hazırdılar, ancak gemiler savaş boyunca limanları terk etmediler.

Balkan Savaşları

İlk Balkan Savaşı, Balkan Birliği ülkelerinin Osmanlı Devleti’ne Ekim 1912’de saldırmasıyla başladı. Osmanlı Donanması’ndaki çoğu gemi gibi Barbaros Hayreddin de bakımsızlık sebebiyle kötü durumdaydı. Savaş boyunca Barbaros Hayreddin filonun diğer gemileriyle beraber ağır silah eğitimleri, asker taşıyan konvoyların korunması ve kıyı tesislerini bombalama gibi görevlerde kullanıldı.  17 Kasım 1912’de Barbaros Hayreddin ve Mesudiye, Birinci Ordu’yu destekleme görevinde bulundular. Bu görevde kıyıdaki topçu gözlemcilerinin yardımıyla Bulgar pozisyonlarına ateş açıldı.  Zırhlının atışlarının etkisiz olmasına rağmen Çatalca’da savunma hattında bulunan Osmanlı askerleri için moral desteği sağladı.

1912 yılının sonlarına doğru Osmanlı filosu, Çanakkale Boğazı’nı ablukaya alan Yunan filosuna karşı saldırı denemesinde bulundu. Bu dönemde filonun bayrak gemisi Barbaros Hayreddin‘di. İki filo, 16 Aralık 1912’de İmroz Deniz Muharebesi ve 18 Ocak 1913’te Mondros Deniz Muharebesi olmak üzere iki muharebeye girdiler. İlk muharebe Osmanlı’nın kıyı bataryalarının menzili dahilinde gerçekleşti, iki tarafın gemilerinin de hafif hasar aldığı bu muharebede Osmanlı filosu ablukayı yarmayı başaramayarak Çanakkale Boğazı’na geri çekildi.  Osmanlı filosu Çanakkale’den sabah 09.30’da açıldı, küçük gemiler boğazın girişinde kalırken zırhlılar kıyıyı takip ederek kuzeye doğru ilerlediler. Limni adasından yola çıkan, zırhlı kruvazör Georgios Averof ve üç Hydra sınıfı ironclad zırhlıyı da içeren Yunan filosu, rotasını kuzeydoğuya çevirerek Osmanlı filosunun ilerlemesini engellemeye çalıştı. Saat 09.50’de Osmanlı gemileri Yunan filosuna yaklaşık 14,000 metre mesafeden ateş açtı. Yunan gemileri on dakika sonra ateşe karşılık verdi, bu sırada iki filo arasındaki mesafe 7,800 metreye inmişti. Saat 10.04’te Osmanlı filosu on altı noktalı bir dönüş yaparak rotasını Çanakkale Boğazı’na çevirdi.  Bir saat içinde Osmanlı filosu boğazın güvenli kısmına ulaşmıştı. Bu muharebe, Osmanlı filosunun ablukayı delememesi sebebiyle Yunan zaferi olarak belirtilmektedir.

Barbaros Hayreddin’in katıldığı ikinci muharebe olan Mondros Deniz Muharebesi ise, Osmanlı filosunun hızlı Georgios Averof gemisini Çanakkale’den uzağa çekme planı sonucunda gerçekleşti. Bu amaçla Hamidiye Kruvazörü Yunan ablukasından kaçarak Ege Denizi’ne açıldı. Osmanlı kruvazörünün yarattığı tehdide rağmen Yunan filosunun komutanı Georgios Averoff’u ana filodan ayırarak Hamidiye’nin peşinden göndermedi. Osmanlı filosu, planlarının işe yaradığını düşünerek 18 Ocak sabahı Çanakkale’den ayrıldı. Barbaros Hayreddin, Turgut Reis ve diğer gemilerden oluşan filo, Limni adasına doğru yola çıktı. Yunan zırhlı kruvazörü Georgios Averof, Osmanlı filosunu Limni adasının 12 mil açığında karşıladı. Planlarının işe yaramadığını gören Osmanlı filosu geri çekilmeye başladı. Çekilme sırasında, saat 11.25 itibarıyla Osmanlı gemileri ile Georgios Averof arasında uzun menzilli bir topçu düellosu başladı. Çatışmanın sonlarına doğru hızlı Georgios Averof Osmanlı gemilerine 4.600 metreye kadar yaklaşarak birçok isabet kaydetti.  Muharebe sırasında hem Barbaros Hayreddin, hem de kardeş gemisi Turgut Reis’in birer barbeti devre dışı kaldı ve yandı. Barbaros Hayreddin ve Turgut Reis, çoğu 28 cm’lik ana bataryalarından olmak üzere 800’den fazla mermi attılar, ancak bu atışlar etkili olmadı.  Mondros Deniz Muharebesi, Osmanlı donanmasının I. Balkan Savaşı boyunca Ege Denizi’ne açılmaya çalıştığı son muharebe oldu.

8 Şubat 1913’te Osmanlı donanması, ordunun Şarköy’e yaptığı çıkartmaya destek sağladı. Barbaros Hayreddin ve Turgut Reis, iki kruvazör ile kıyının bir kilometre açığından topçu desteği sağladı.  Kıyıya çıkan Osmanlı ordusunun sağ kanadını donanma korudu. Bulgar ordusunun sert direnişi, Osmanlı ordusunun geri çekilmesine sebep oldu. Geri çekilme operasyonu Barbaros Hayreddin ve diğer gemilerin ateş desteği sayesinde başarılı oldu. Savaş sırasında Barbaros Hayreddin 10.5 cm’lik toplarından 250, 8.8 cm’lik toplarından ise 180 mermi attı.

Mart 1913’te gemi Karadeniz’e dönerek Çatalca’da Bulgar saldırılarına direnen Osmanlı ordusuna destek verdi. 26 Mart’ta Barbaros Hayreddin ve Turgut Reis, 28 cm ve 10.5 cm’lik toplarından attıkları mermilerle Bulgar 1. Piyade Tümeni’ne bağlı 2. Tugay’ın saldırısını geri püskürttüler.  30 Mart’ta Osmanlı cephesinin sol kanadı geri çekilen Bulgar ordusunu takibe başladı. Ordunun takibi hem sahra topçusu, hem de Barbaros Hayreddin’in ağır topları ile desteklendi. Osmanlı ordusunun hücumu, geceye kadar 1,500 metreye yakın bir ilerlemeyle sonuçlandı. Bu ilerleme üzerine Bulgar ordusu 1. Tugay’ı cepheye çekerek Osmanlı ordusunun ele geçirdiği bölgeyi aldı, böylece Osmanlı ordusunu başladığı noktaya geri sürdü.

I. Dünya Savaşı

Birinci Dünya Savaşı, 1914 yazında Avrupa’da patlak vermiş; ancak Osmanlı Devleti, sonradan kendi donanmasına kattığı SMS Goeben gemisinin Sivastopol’ü bombalamasıyla Rusya, Fransa ve Büyük Britanya’ya karşı savaş ilan ettiği Kasım ayı başlarına kadar tarafsız kalmıştır.  1914 ve 1915 yılları arasında geminin bazı silahları sökülerek, Çanakkale’de kıyı savunmasında kullanılmıştır.  8 Ağustos 1915 tarihinde Çanakkale’deki Osmanlı Devleti savunmasına destek vermek üzere giderken, İngiliz E11 denizaltısının attığı tek bir torpido ile vurulmuş ve 253 mürettebatı ile batmıştır.

Sultanhisar (torpido bot)

Sultanhisar, Osmanlı Donanması ve Türk Deniz Kuvvetleri’nde hizmete giren bir torpido botudur.

Hizmet yılları

1906’da Fransa’da inşa edilmiş, 1907’de hizmete girmiş, 1935’te hizmetten çıkmıştır.

Görevleri

Çanakkale Savaşı deniz harekâtlarında Çanakkale Boğazı’nda devriye görevi yapmıştır. Ayrıca Osmanlı İmparatorluğu’na subay ve danışman olarak hizmet eden Alman general Otto Liman von Sanders’in Eceabat ile Gelibolu arasında günlük seyahatlerini sağlamıştır.  29 Nisan 1915 tarihinde Marmara Denizi’nin batı sahilini takip ederek İstanbul’a dönmesi için emir alan Yüzbaşı Ali Rıza Bey komutasındaki Sultanhisar seferine devam ederken muhtemel düşman denizaltı varlığı yönünde gelen raporlara istinaden rotasını doğuya çevirmiştir.

Avustralya denizaltısını batırması

30 Nisan 1915 tarihinde Çanakkale Boğazı’na girdiğini tespit ettiği Avustralya’ya ait AE2 denizaltısını, top ve torpido taarruzları ile nötralize etmiş, personelini teslim aldıktan sonra da denizaltıyı batırmıştır. Bu olay, Türk denizcilik tarihinde bir hücum botun icra ettiği ilk Denizaltı Savunma Harbi Harekatı olması açısından büyük önem arz etmektedir.

Hizmetten çıkışı

Sultanhisar Torpido botu, 1918’de hizmet dışına çıkarılmış, 1924’te tekrar hizmete alınmıştır. 1928’de yine hizmet dışına çıkarılmış, 1935 yılında ise sökümü yapılmıştır.

 

Muavenet-i Milliye

Muavenet-i Milliye, Osmanlı Donanmasında 1910-1923 yılları arasında hizmet etmiş bir torpido botudur. Çanakkale Savaşı esnasında 12 Mayıs 1915’i 13 Mayıs’a bağlayan gece Kraliyet Donanması ön-dretnotu HMS Goliath’ı gerçekleştirilmiş bir operasyon sonucunda batırmasıyla bilinmektedir.

İsmini, donanmanın güçlendirilmesi için kamuoyundan finans sağlanması amacıyla İstanbullu 28 işadamının öncülüğünde kurulmuş ve faaliyetlerini kısa sürede bütün yurda yaymış “Donanma-i Osmani Muavenet-i Milliye Cemiyeti”nden (kısa adı “Donanma Cemiyeti”) almıştır. Muavenet-i Milliye bu cemiyet tarafından satın alınmış ilk gemidir.

Türk Deniz Kuvvetleri’nin Muavenet-i Milliye den sonra gelen üç gemisine bu ilkinin şerefine Muavenet ismi verilmiştir.

1910’da Almanya’dan satın alınan Muavenet-i Milliye‘nin gemi komutanlığını 1912’den itibaren kıdemli yüzbaşı Ahmed Saffet (Soyadı Kanunu ile Ahmet Saffet Ohkay) yürütmüştür. Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na girişinin ilk aylarında Karadeniz operasyonlarından görevlendirilen Muavenet-i Milliye, Çanakkale Savaşı’nın başlamasıyla bu cepheye yönlendirilmiştir.

Goliath’ın batırılması

Çanakkale Deniz Harekâtlarının kara ve deniz savaşları haline geldiği Çanakkale Savaşı ikinci aşamasında, 6-8 Mayıs 1915 arasında yapılan İkinci Kirte Muharebesi’nin de Türk zaferi ile sona ermesi ve Müttefik güçlerin geri püskürtülmesi ile Morto Koyunda büyük baskı altında kalan Fransız birliklerine destek amacı ile HMS Goliath ve HMS Cornwallis ön-dretnotları, beş destroyer takviyesinde, koyda konuşlandırılmıştı. Bunun üzerine bu filoya karşı bir harekat düzenlenmesine karar verildi.

12 Mayıs 1915 günü torpido uzmanı Alman yüzbaşı Rudolph Firle ve iki astı Morto Koyu’nda bir keşif gerçekleştirdiler ve akşam saatlerine doğru Muavenet-i Milliye’ye binerek geminin torpido timine katıldılar. Geceyarısına doğru demir alan Muavenet-i Milliye karanlıkta sessizce seyrederek destroyerleri aşmayı başardı. Bu esnada destroyerlerden sadece birkaç yüz metre mesafeden geçmiş ve bunlar tarafından farkedilmemeyi başarmıştır. İki savaş gemisinden Goliath üzerine yaklaştığı esnada düşman gemisinin gözetçileri anlık bir tereddütle “parola” sormalarını fırsat bilmiş ve mümkün olan en yakın mesafeden üç isabetli torpido ateşlemiştir. Torpidolar Goliath’ın zırhını delerek gemi içinde büyük bir patlama yaratmıştır. Goliath birkaç dakika içinde alabora olmuş ve batmıştır. 700 kişilik mürettebatından kaptanı da dahil 570’i askerce ölmüşlerdir. Çanakkale önündeki müttefik filosunun komutanı sonradan not defterine “düşman madalyayı hak etti”, sözlerini yazacaktır.

Goliath’ın batırılışı İngiliz deniz kuvvetlerinin en üst komuta kademesinde bomba etkisi yaratmıştır. Bir gün sonra (14 Mayıs) haberin Londra’ya ulaştığı anda sürmekte olan kabine toplantısı yarıda kesilmiş, 15 Mayıs 1915 günü İngiliz deniz kuvvetleri komutanı (First Sea Lord) Amiral Fisher, komuta kademesinde yaşanan şiddetli tartışmalar sonrasında istifa etmiştir. Bu istifayı iki gün sonra (17 Mayıs) Bahriye Nazırı (First Lord of the Admiralty) Winston Churchill’in istifası izlemiştir. Britanya’nın en modern savaş gemilerinden HMS Queen Elizabeth Çanakkale cephesinden çekilmiş, kısa bir süre Triumph savaş gemisinin Anzak koyunda ve Majestic savaş gemisinin Arıburnu’nda Alman denizaltılarınca batırılmasıyla da cephedeki Müttefik deniz gücü daha da zayıflamıştır. Deniz gücünün zayıflaması Müttefik kara birliklerinin yararlandığı desteği azaltarak kara operasyonlarının akıbetini temelden etkilemiştir.

Gemi kaptanı kıdemli yüzbaşı Ahmed Saffet ve yaklaşık 90 kişilik mürettebat İstanbul’a dönüşlerinde kahramanlar olarak karşılanmışlar, geminin Boğaz’a girişinde şerefine iki kıyıdaki bütün ışıklar yakılmıştır. Madalyalar ve nişanlarla ödüllendirilmişlerdir.

 

ÇANAKKALE ZAFERİNİN ÖNEMİ VE SONUÇLARI

Çanakkale Cephesi’nin deniz harekatı (Boğaz’ın zorlanması), kuşkusuz sıradan bir askeri harekat, ya da muharebe olayı değildir. Boğazlar, konumu ve tarihi önemi itibariyle, İstanbul Karadeniz kapısı, Çanakkale de Ege Denizi kapısı olarak, geçmişte taşıdıkları ve çağımızda taşımakta oldukları stratejik önem ve değer açısından daima birlikte mütalaa edilmiş ve edilmektedir.

Her iki boğaz, klasik ve dar çerçevede sadece Akdeniz’i Karadeniz’e, Avrupa’yı Asya’ya bağlayan su geçitleri ya da köprüler değil, Akdeniz’in öteki önemli su geçitlerinden Cebelitarık ve Süveyş kanalı ile de bütünleşerek, dünyanın büyük denizlerini (Atlas ve Hint okyanusu gibi) ve büyük kıta kara parçalarını birbirine bağlayan, daha geniş anlamdaki jeopolitik konumuyla, dünya siyaset ve iktisadiyatı üzerine olan etkilerini bu gün de korumaktadır. Bu nedenlerledir ki, Türk Boğazları, uluslararası ilişkilere yön vermede daima odak noktası olmuşlardır.

Gerçekten tarihin eski dönemlerinden beri ön planda, Avrupa ve Asya ülkeleri arasında başlamış olan ekonomik, ticari ve siyasi ilişkilerle, askeri hareketler, sürekli olarak Boğazlar bölgesinde cereyan etmiştir. Başka bir deyişle Boğazlar, dünyanın diğer parçalarında pek görülmemiş ardı arkası kesilmeyen mücadelelere sahne olmuştur.

Boğazların tarihin akışı içindeki stratejik durumu ve jeopolitik konumuyla ilgili yukarıdaki kısa açıklamaların ışığı altında, Çanakkale Muharebelerinin sonuçları üzerindeki değerlendirmeler, kuşkusuz daha bir önem ve anlam taşıyacaktır. Böylesine bir değerlendirmenin daha gerçekçi ve sağlıklı olabilmesi ise, büyük devletlerin Türk Boğazları üzerindeki ulusal emellerine kısaca da olsa, bir göz atılmasını gerektirir.

Birinci Dünya Harbi öncesinin başlıca büyük devletlerinden Almanya’nın, “Drang Nach Osten (doğuya doğru) politikası”, Rusya’nın ılık denizlere ulaşma emelleri; İngiltere’nin, “denizlere egemen olan dünyaya hakim olur” teorisine dayanarak, özellikle XIX. yüzyıldan bu yana güttüğü Rusya’nın Akdeniz’e çıkmasını engelleme siyaseti, hep Türk boğazlarında düğümlenmektedir.

Boğazların bu tartışma götürmez önemi konusunda Napolyon “İstanbul bir anahtardır. Istanbul’a egemen olan dünyaya hükmedecektir. Eğer Rusya, Çanakkale Boğazı’nı ele geçirecek olursa, Tulon, Napoli ve Korfu kapılarına dayanmış olacaktır”   demekle, Fransa’nın Boğazlar üzerindeki duyarlılığını açık seçik ortaya koymuş olmaktadır.

Rusya’nın görüşüyse, Genelkurmay Başkanı Kropatki’nin bir raporunda; XX. yüzyılda Rusya’nın en önemli işinin, Istanbul Boğazı’nı ele geçirmek olduğuna işaretle, Osmanlı Devleti’ni, Boğazı Rusya’ya bırakmaya hazırlamalı ve Almanya ile anlaşma yapmalıdır” şeklinde ifadesini bulmaktadır.

Büyük devletlerin Boğazlar üzerindeki kısaca açıklanan bu emelleri, onları kendi aralarında da gizli birtakım mücadelelere yöneltmiştir.

Nitekim, Rus Dışişleri Bakanı Sazanof, Çar tarafından da onaylanan bir raporunda; “Boğazların güçlü bir devletin eline geçmesi, tüm Güney Rusya’nın ekonomik hayatının, o devletin egemenliği altına girmesidir” demekte ve bu durumun önlenmesi için, Istanbul’un alınmasını önermektedir.

Öte yandan Kasım 1911’de Rusya’nın, Osmanlı Hükümeti’ne Boğazlar üzerindeki istekleriyle ilgili bir notasından haberdar edilen Ingiltere ve Fransa, Rus isteklerini reddetmişlerdir.

Keza Rusya’nın bu ve buna benzer çeşitli tarihlerdeki yinelenen daha birçok istek ve baskılarının birbirini izlemesi, Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’nda Merkez Devletleri safına kaymasında büyük bir etken olmuştu.

Işte Boğazlar üzerindeki bu gizli çıkar çatışmalarıdır ki, Ingiliz ve Fransızlar’ı Istanbul’u almaya ve Ruslar’dan önce Karadeniz Boğazı’na el atmaya yöneltmiş ve Çanakkale Cephesi’nin açılmasında başlıca etken olmuştur.Ruslara silah ve malzeme yardımı sorunuysa, savaşın sadece görünüşteki nedenini oluşturmuştur.

Böylece büyük devletlerin Türk Boğazları üzerindeki tarihi emellerini ortaya koyarken, bu devletlerden Ingiltere’nin bu cephenin açılmasında birinci derecede aktif rol aldığını da belirtmek doğru olur.Nitekim Ingiliz Donanma Bakanı Churchill, cephenin açılmasında büyük çaba göstermiş ve etkili olmuştur.Gerçekten o, bu cephenin açılmasının baş mimari olmuş, Türklerin askeri gücünü ciddiye almamış, olayı basit ve sadece “sınırlı bir cezalandırma hareketi” olarak görmüştü. En güçlü ve modern silahlarla donatılmış zırhlılarının Boğaz’da görünüvermesiyle, Türklerin direnmekten vazgeçeceğini sanmıştı.

Kuşkusuz bu büyük bir yanılgıydı. Ingilizler, Çanakkale’deki Türk savunmasını ve askerini sadece matematiksel ölçülere vurup, onun yüksek manevi gücünü görmezlikten gelerek, büyük bir hesap hatasına düştüler ve sonunda, önce denizde, sonra da karada hiç de beklemedikleri amansız cevabı aldılar.Böylece onlar, zaferi Boğaz’da, Türk top ve mayınlarına, karada Türk süngüsüne bırakarak çekilip gittiler.

Anlaşma Devletleri’nin Çanakkale serüveni bu suretle noktalandıktan sonra, yukarıdaki açıklamaların ışığı altında, Türkiye ve uluslararası politika ve diplomasi tarihi açısından ortaya koyduğu önemli sonuçları da şöylece özetlemek mümkün olur:

   ASKERİ SONUÇLAR

  1. Genellikle 18 Mart 1915’te geçen Boğaz Muharebesi’nde kazanılan zaferle, Birleşik Filo (İngiliz-Fransız donanmaları) nun Marmara’ya girerek, İmparatorluğun başkenti İstanbul’u bir ay içinde ele geçirme planları suya düşürülmüş, böylece hükümet çevrelerinde beliren ve halka yansıyan İstanbul’u kaybetme korkusu ortadan kalkmıştır.

  2. Boğaz’da elde edilen bu ilk zafer, çok geçmeden Gelibolu Yarımadası’na yöneltilen çıkarmalarla başlatılarak, dünyanın en güçlü zırhlılarınca sürdürülen cehennemi bombardımanlar altında Türk askeri, yılmadan aylarca süren mevzi muharebelerinde yüksek bir moral ve doruğa ulaşan bir mücadele azmi örneği vermiş ve sonunda düşmanlarını yarımadayı terk etmek zorunda bırakmıştır.

  3. Böylece karada kazanılmış bulunan bu ikinci ve nihai zaferle de, Türk ordusunun Balkan Savaşı’nda zedelenen ve hatta yok olmaya yüz tutan prestiji kurtarılmıştır.

  4. Deniz ve kara  harekatıyla bir bütün olarak gerçekleştirilip tüm anlamı ve çarpıcılığıyla Türk Harp Tarihi’nde yerini alan Çanakkale Muharebeleri, Mustafa Kemal (Atatürk) gibi bir dahiyi yaratmış, Birinci Dünya Harbi’nin bitiminden hemen sonra başlayacak Milli Mücadele’nin bu eşsiz liderini Türk ulusuna kazandırmıştır.

  5. Çanakkale Zaferi, Anlaşma Devletleri’nin Osmanlı Devleti’ni ilk ağızda savaş dışı bırakarak, Almanya’nın güneydoğudan kuşatılmasını amaçlayan stratejisini boşa çıkarmış, böylece savaşın en az iki yıl daha uzamasına neden olmuştur.

  6. Çanakkale Boğazı’nın kapatılıp Rusya’ya geçit verilmemesi, onu müttefliklerinin silah ve malzeme yardımından yoksun etmekle kalmamış, yarım milyonu aşkın İngiliz ve Fransız askerini üzerine çekmekle bu kuvveti, Alman cephesinden uzak tutmuş ve Almanya’nın Doğu Cephesi’ndeki Harekatnı kolaylaştırmıştır.

  7. Çanakkale Muharebelerinin diğer bir anlam ve önemi de, çöküntü dönemini yaşamakta olan İmparatorluğun, dünya kamu oyunda yarattığı kötü imajın sonucu olarak, Türkün iyice tükendiği sanılan gücünün henüz tükenmemiş, koşullar nedenli ağır olursa olsun iyi sevk ve idare edilirse, tüm zorlukları yenebilecek güç ve inanca sahip olduğunu bu muharebelerde kanıtlamış olmasıdır.Bir başka deyişle düşman devletler, her nedense Osmanlı Devleti’ nin çöküşü olayıyla, onun asıl unsurunu oluşturan Türk ulusunun ceddinden miras olan savaş azim ve ruhuyla ,inanç gücünün birbirinden farklı şeyler olduğunu, bu muharebelerde çok daha iyi anlayabilmişlerdir.

  8. Çanakkale Muharebeleri, Türk askerinin, dünyanın en güçlü zırhlıları ve en modern harp silah, araç- gereç ve bol cephanesiyle donatılmış deniz ve kara ordularına karşı sergilediği başka ulusların askerleriyle kıyas götürmez direnç ,azim ve ruhu, Türk İstiklal Savaşımızın Kuvay-i Milliye ruhuyla eş değer bir anlam taşıması açısından da ayrıca tarihsel bir değere sahiptir.

  9. Gerçekten Boğaz Muharebesi’nde Birleşik Filo’nun kendisi için tehlikeler yaratan yalnız Dardanos Bataryası’nın yok edilmesi için kullandığı 400’ü aşan topçu mermisine karşın, sadece iki subayımızın şehit oluşu dışında, bataryaya ağır bir hasar verdirilememiştir. Halbuki Boğaz’daki obüs bataryalarımızın tek bir yaylım ateşi sırasında, Irresistable gemisinde 138 personelin yaşamını yitirdiği, İngiliz tebliğlerinde açıkça belirtilmiştir.

  10. Çanakkale’de Türk askerleri, bol cephaneye dayanan, yoğun donanma ateşleri altında Türk’e özgü, sabır ve serin kanlılıkla görevinin başında kaya gibi dimdik ayakta kalmasını bilmiştir .Öte yandan bu dev armadalar, ateş etmesinden bile kuşkuya düşülen eski birtakım demode toplarla alay edercesine savaşıyor karadaki Türk topçusu, ona sadece 1900 mermi atabilirken, onlar tek bir bataryamıza (Dardanos”a) 4000 mermi kullanıyordu. Ne var ki, bu mermi yağmurundan karada hasar gören dört Türk topuna karşı, sadece batan düşman gemilerinin üstünde 44 topunun birden Boğaz sularına gömüldüğü görülüyordu.

  11. Aynı Birleşik Filo’n’un, 18 Mart Boğaz Muharebesi’nde, 18 savaş gemisinden 7’si savaş dışında kalırken, Çanakkale Müstahkem Mevkii, savaş gücünü olduğu gibi koruyabiliyordu. Keza Filonun mayın arama ve tarayıcıları, 11 mayın hattı üzerinde döşenmiş mayınlardan sadece üç adedini etkisiz hale getirebilmişti

  12. Türk tabyalarında hasar gören toplardan çoğu, onarılıp kısa sürede ateşe hazır duruma sokuluyor, 3. bölgedeki (Boğaz’ın Marmara ile birleştiği kesim) tabya da, sapasağlam duruyordu. İşte bu durum karşısında Boğaz’ı geçemeden geri çekilen Birleşik Filo, Çanakkale’nin aşılamayan çetin savunması karşısında pes edip, yalnız denizden yapılacak zorlamalarla başarıya ulaşılamayacağı gerçeğini kabul etmek zorunda kalmıştır.

  13. Dünyanın en büyük deniz gücüne sahip İngiltere’nin görkemli filosunun, Boğaz Muharebesi’nde düştüğü aczi, yarınların Çanakkale savunucuları hiç bir zaman hatırından çıkarmamalıdır. Çünkü, bu ve buna benzer saldırılar, geçmişte olduğu gibi gelecekte de yinelenebilir.Ne varki 18 Mart’ı unutarak böyle bir saldırıyı ileride de göze alabilecek düşmanlar, karşılarında dünyanın yeniliklerine gözlerini kapamış bir Osmanlı Devleti yerine, bu kez XX. yüzyılın en son bilim ve teknolojisine dayanan en modern silahlarla donatılmış bulunan Cumhuriyet Silahlı Kuvvetleri’ni bulacaktır.

  14. Çanakkale Cephesi deniz ve kara harekatıyla birlikte mütalaa edildiğinde görülür ki, bu cephede geçen muharebeler, hasım kuvvet olarak katılmış olan Ingiltere ve Fransa’nın, bir yıl boyunca Gelibolu Yarımadası’nda yarım milyondan fazla büyük bir kuvveti tutmak zorunda kalmaları ve bunun % 50’sini kaybetmiş bulunmaları, haliyle diğer cephelere kuvvet ayırabilme açısından savaşın genel seyrini etkilemiştir.Keza Türklerin de bu cepheye ayırdığı 300.000’den fazla askerden verdiği zayiatın, 211.000’e ulaşmış olması diğer cephelerdekinden kıyaslanamayacak bir fazlalık göstermektedir.Bunun insan gücü açısından yarattığı boşluk, yalnız Birinci Dünya Harbi sırasında değil, onu izleyen Türk İstiklal Harbi boyunca da hissedilmiştir.

 

SİYASİ SONUÇLAR

  1. Çanakkale’de denizde ve karada kazanılmış olan her iki zafer, Osmanlı’nın Balkan felaketiyle içte ve dışta sarsılmış bulunan devlet prestijini kurtarıp güçlendirmiş, hükümetin iktidarda kalış sürelerini uzatmıştı.Anlaşma Devletleri’nin savaşın başından beri bekledikleri hükümet krizi olmamış ve kabine değişikliğine de gidilmemiştir.

  2. Türk ulusunun tarihini süsleyen çok sayıdaki zaferlerine, Çanakkale’de, bütün dünyanın gözü önünde bir yenisini daha ekleyerek elde ettiği parlak zafer, onun eski güç ve dinamizmini koruduğunu, çöküntü dönemini yaşayan ve can çekişen bir imparatorluk içinde hala kahraman bir ulusun varlığını, yeniden ortaya koymuştur. Bir başka deyişle Çanakkale’de ölmesini bilenler, Türk milletinin tarihten silinmeden yaşayacağını kanıtlamıştır.

  3. Çanakkale Zaferi, Batılıların Doğulu müttefiki Rusya’ya ulaşmasına olanak tanımamış, mahsur kalan koskoca Çarlık Rusyası içerden çökerek, Bolşevikliğin pençesine düşmüştür.

  4. Çanakkale’de Türk savunması aşılabilse ve Boğaz açılabilmiş olsaydı, savaş kısa sürede biter, Rus ihtilali patlak vermez, verse bile, İngiltere ve Fransa’nın işe karışmasıyla bu ihtilal daha başlangıçta boğulabilirdi. Böylece müttefikleriyle birlikte zaferi paylaşmakta gecikmeyecek olan Ruslar, Çarlarının taksim planı gereği kendilerine daha işin başında söz verilen Boğazlar ve İstanbul’u işgal etmiş ve Deli Petro’dan beri izledikleri, “Açık denizlere ulaşma” politikalarını gerçekleştirmiş olurlardı.

  5. Anlaşma Devletleri’nin Çanakkale’deki başarısızlıkları henüz savaşa katılmamış olan Balkan Devletleri’nin tutumlarını da farklı yönlerde etkilemiştir.Bulgaristan, Merkez Devletleri’nin yanında yer alırken, Romanya, Yunanistan ve İtalya’nın daha bir süre savaş dışında kalmalarını sağladığı gibi, Arap ayaklanmasını bir yıla yakın bir süre geciktirmiştir.

  6. Çanakkale Muharebeleri, İngiltere’nin savaşın başından beri Japonya’dan yapmakta olduğu yardım talebini artırmasını istemesine rağmen, Japonya’nın bu istekleri çeşitli bahanelerle kabul etmemesine yol açmıştır.

  7. Birleşik Filo’nun ağır yenilgiye uğrayıp Boğaz’ı geçemeyişi, İngiltere ve Fransa’nın, siyasi ve askeri prestijini bir hayli sarsmış, özellikle İngiltere’nin denizlerdeki tartışılmaz üstünlüğü imajını ortadan kaldırmıştı. Bu durum, adı geçen devletlerin sömürgelerinde bağımsızlık ve özgürlük akımlarının doğuşuna ve dolayısıyla dünya siyasi haritasını değiştiren bazı gelişmelere yol açmıştır.

  8. Keza Avustralya ve Yeni Zelanda gibi İngiliz dominyonu deniz aşırı ülke askerlerinin, sırf İngiliz çıkarları uğruna Çanakkale’de Türklere karsı muharebeye zorlanıp, yabancı topraklarda hayatlarını yitirirken, kafalarında yer alan bir takım sorular (niçin ve kimin için dövüştükleri gibi), cepheden ailelerine gönderdikleri mektupların zamanla açıklanmasında anlaşılmaktaydı. Bu da, onlarda gitgide ulusal bilincin kıvılcımlarını oluşturmakta gecikmedi.

    Nitekim, 9 Eylül 1922’de Yunanlılar İzmir’de denize döküldükten sonra, muzaffer Türk ordularının Boğazlar bölgesine yönelip yaklaşmaları üzerine, Churchill’in dominyonlardan yeniden yardım istediği, Avustralya başbakanının, “Tek bir askerin hayatına tehlikeye koymayacağını ve savaşa karar verilirse, dominyondan iş birliği istenmemesi gerektiğini” belirten anlamlı bir yanıtıyla karşılaşmıştı.

  9. Çanakkale Muharebelerinin diğer ilginç bir yanı da, iki hasım ordunun dövüşken askerleri arasında yakınlaşmanın getirdiği dostluğun, zamanla artmış olmasıdır. Gerçekten Anzak asker ve komutanları, Çanakkale’de yiğitçe dövüşen Türklerin hem asker, hem de insancıl yönlerini yakından izleyerek, onların kendilerine tanıtıldığı gibi barbar bir ulusun çocukları olmadığını görüp anlamak fırsatını bulmuşlardı.İşte bu durum, ülkeler arasındaki siyasi ilişkileri de olumlu yönde etkilemiş ve savaş sonrasında, Avustralya ve Yeni Zelanda ile anlamlı dostlukların oluşmasının başlıca nedeni olmuştur.

  10. Çanakkale Muharebelerinin bir başka ilginç tarafı da Orta Doğu’da bu günkü İsrail Devleti’nin kurulmasında etken bir rol almış olduğudur. Nitekim, Siyonist liderlerinden Vladimir Eugeueniç, Gelibolu’daki “Gönüllü Yahudi Birliğinin Hikayesi” adlı eserinde, konuyu açıkça şöyle dile getirmektedir “Gelibolu’ya yolladığımız 600 kadar gönüllü Yahudi askerlerinin savaşlar sırasında gösterdiği üstün çaba ve başarı, davamızın dünyaya tanıtılması ve dikkate alınması bakımından çok yararlı olmuştur.” Gerçekten Birinci Dünya Savaşı henüz sona ermemişken, 2 Kasım 1917’de benimsenen “Balfour Bildirisi”, bu günkü İsrail’in kurulmasında etken olması açısından önemli bir dönüm noktası olarak değerlendirilmektedir.

 

 

SOSYO-EKONOMİK SONUÇLAR

  1. Anlaşma Devletleri tarafından Boğazların açılarak Rusya’ya ulaşılması halinde Rusya, dış alım-satım olanağına kavuşacağından, ekonomik dengesini kurup sıkıntıdan kurtulacak, İngiltere-Fransa da Rusya ve Romanya’nın zengin buğday ürünlerinden yararlanıp, gerek silahlı kuvvetlerinin, gerekse halkının yiyecek gereksinimlerini sağlamış olacaklardı ki, bu gerçekleşememiştir.

  2. Keza Boğazlar açılabilseydi, Tuna yolu da yeniden trafiğe açılıp Karadeniz’deki 120 parça ticaret gemisinden yararlanma olanağı elde edilecekti. Halbuki Çanakkale Zaferi, yalnız Rusya ile İngiltere, Fransa’nın değil, bunların aynı zamanda diğer Batılı devletlerle olan karşılıklı ticari ve ekonomik ilişkilerini de olumsuz yönde etkilemiş, ne İngiltere, Fransa müttefiki Rusya’ya ihtiyacı olan silah ve cephaneyi ulaştırabilmiş, ne de Rusya Batılıların ihtiyacı olan buğdayını Akdeniz’e aktarabilmişti.

  3. Birinci Dünya Savaşı başında Boğazların kapatılıp, bu savaş sonuna kadar açılamaması, kuşkusuz uluslararası ticari ilişkileri de olumsuz yönde etkilemişti. Nitekim, Karadeniz’de; İngiltere, Rusya, Fransa, Belçika ve İtalya’nın toplam 85; Yunanistan, Romanya, Danimarka, İsveç ve Hollanda’nın toplam 27; Almanya, Avusturya-Macaristan’ın toplam 17 olmak üzere, genel toplamı 129’u ve toplam tonajı 350.000’i bulan ticaret gemisi mahsur kalmıştı.

  4. Yukarıdaki açıklamaların ışığı altında kısaca denebilir ki, Çanakkale’de Türk Zaferi, iki yıl uzayan savaş boyunca Doğulu ve Batılı müttefik devletlerin (Rusya-İngiltere-Fransa) ekonomilerinde sıkıntılar yaratmıştır. Bu durum, özellikle Rusyayı bunalıma sürüklemiş ve sonunda rejim değişikliğine (komünizme) kadar gidebilmiş ve böylece de Rusya’nın savaş dışı kalmasına yol açmıştır.

 

TAHLİYE VE ZAFER

İngiliz komuta kademesi 9 Ağustosta Anafartalar’da, 10 Ağustos sabahı da Conkbayırı’nda alınan ağır mağlubiyetler üzerine, hararetli tartışmalar ve istişareler yapmışlardı. Devam eden günlerde Anafartalar ve Kireçtepe istikametlerine yeni taarruzlar icra etmiş olsalar da, Yarımada’da bundan sonra yapılan muharebelerde kayda değer bir ilerleme sağlanamayacaktır .

Hamilton hâlâ Suvla Ovası’nı kuşatan tepelerden Türklerin atılacağına inanmaktadır. Bu çerçevede 15 Ağustosta Kireçtepe’ye yeni bir taarruzda bulunmuştur. Harekât bütün ısrarına rağmen sonuçsuz kalmıştır. Bu başarısız taarruzdan sonra çıkarma hedeflerinin gerçekleşmesinin mümkün olmayacağı anlaşılacak birkaç teşebbüsten sonra Eylül ayı ile birlikte Yarımada’da bu çaplı başka bir harekât olmayacaktır. Bu arada Türk birliklerine 7 ve 12. Tümen’den başka 5. Tümen de takviye olarak gelmiştir.

Kireçtepe’de verilen kanlı muharebeler İngiliz komuta kademesinde yaprak dökümünü başlatmıştır. Kitchner muharebelerin sonucunu beklemeden 15 Ağustosta 9. Kolordu Komutanını, Hamilton’a gönderdiği telgrafla görevden almıştır . Stomford’un görevinden alınmasını diğerleri takip edecektir. Generalin yerine 29. Tümen Komutanı De Lisle vekâleten getirilmiştir. Stopford, kurmay subayı Reed ile 16 Ağustosta Suvla’dan ayrılmıştır. 10. Tümen Komutanı Mahon ise, Lisle’den daha kıdemli olduğunu ileri sürerek görevinden affını istemiştir.

Bu görevden alma ve istifaları, diğerleri takip etmiştir. 53. Tümen Komutanı General Lindley 17 Ağustosta kolordu komutanı ile birlikte çalışamayacağını beyanla istifa etmiş, 34. Tugay Komutanı Sitwell ise görevden alınmıştır. Aspinall açık bir şekilde bu değişiklerin geç kaldığını beyan ettikten sonra 16 Ağustosta muharebenin kaybedildiğini yazacaktır. Cephedeki bu komuta kademesi ile birlikte Ağustos ayının sonuna kadar devam eden muharebelerde İngiliz birlikleri hedeflerine ulaşamayacaktır. İtilâf devletleri bütün hazırlıklarına rağmen başarısız olmuş, bu ise Londra’da da sorgulanmaya başlamıştır.

Savaşın diğer cephelerinde de durum pek iç açıcı değildir. Ayrıca Rusya, İngiltere ve Fransa’ya da güvenmiyordu. Zira Rusya, İngiliz ve Fransızların kendi hesaplarına göre çalıştığını kabul etmekteydi.

Cephede her ne kadar açıktan söylenmese de bazı subaylar artık Boğaz’a ulaşmak fırsatının kaybolduğunu, İstanbul’un artık ümitsiz bir rüya olduğunu düşünmeye başlamışlardır. Cephedeki şartlar da zorlaşmaya başlamıştır. İshal yaygınlaşmış, başkomutanından erine kadar herkes hastalanmıştır. Şiddetli sıcakla uzun ve yorucu muharebeler, toz ve sinekler ile birbiri ardına yaşanan başarısızlıklar, kıtaların moralini bozmuştu. Mevcut kıtalarla yeni bir taarruz mümkün görünmüyordu. Yenilerinin gönderilmesi konusunda ise Londra daima mütereddit davranmaktaydı.

Ağustos muharebelerinin başarısızlığından itibaren haftalar geçmişti ama henüz bir karar verilmemişti. Kış mevsiminin yaklaşması ve Almanya’dan gelecek mühimmat İngiliz hükümetini düşündürmeye başlamıştı. Bir şey yapılmadan geçen günler durumu iyice sıkıntıya sokabilirdi. Kış bütün şiddetini gösterdiğinde ne bir çıkarma yapılabilir ne de sayısı yüz binler ile ifade edilen ordunun rahat bir şekilde tahliyesi mümkün olurdu. Bu çerçevede Lord Kitchner Ian Hamilton’a 11 Ekim’de telgraf çekerek bir tahliye yapılması durumunda kaybın ne kadar olacağını sormuştur. Hamilton cevabî telgrafında tahliye sırasında kuvvetlerin yarısının feda edilebileceği bildirmiştir.

Artık Hamilton’un da durumu tartışılmaya başlanmıştır. Zira ortada bir mağlubiyet söz konusudur ve bunun da bir sorumlusu olmalıdır. 14 Ekim’de toplanan Çanakkale Komitesi, Hamilton’un görevden alınarak yerine General Charles Monro tayin edilmiştir.

Bu tayinle birlikte Çanakkale Seferi’nin neticesinin nasıl biteceği de belli olmuştur. Tek sorun ne zaman olacağıdır. 30 Ekim sabahı vaziyeti bizzat görmek için Gelibolu Yarımadası’na çıkmıştır. W Sahili’ne çıkan generali, burada gördükleri çok etkileyecektir: Açık bir sahil, çürük iskeleler, el ile çıkarılan mühimmat ve malzemeler, bunaltıcı tozlar kalabalık meydanlar… Bütün bunlar onda tahliye konusunda ısrar etmek gerektiği fikrinin yerleşmesinde etkili olmuştur. General Monro Suvla’dan İmroz Adası’na döndüğünün ertesi günü Lord Kitchner’e çektiği telgrafta Boğaz harekâtının tehirini talep etmiştir. Monro yapılacak bir taarruzun bundan sonra bir baskın tesirinden uzak olacağını, hiçbir derinliğinin de bulunmayacağını, üstelik havaların soğumasının takviye kıtaların da çıkarılmasına engel olacağını beyan ettiği telgrafında, tahliye ile ilgili fikrini ifade etmiştir.

General Monro kendi arzumuzla yapılan bir tahliyenin Müslüman kamuoyunda yapacağı aksi tesir baskı altında ve ağır bir muharebe ile denize dökülmenin yaratacağı tesire oranla pek az olacağını hatırlatmıştır.

Monro’nun raporu Kitchner’de bir şaşkınlık yaratmış, kendisinin 5. Ordu Komutanlığı’ndan alınmasına neden olmuştur. Onun yerine tahliye aleyhinde bulunan General Birdwood atanmıştır.

Gelibolu’ya hareket etme kararı alan Lord Kitchner, yolda hâlâ Çanakkale’de bir başarı ihtimali üzerinde durmuş, bu konuda çalışmıştır. 9 Kasımda Mondros’a varan Kitchner, on iki gün boyunca cephede incelemelerde bulunmuş, 22 Kasımda ise Anzak ve Suvla’nın boşaltılması, Seddülbahir’in ise elde tutulması kanaatine varmış, hükümete de bu yönde bir rapor sunmuştur.

General Monro Mısır hariç, Akdeniz’deki bütün birliklerin komutanı olarak atanmış Birdwood’a Çanakkale’nin tahliyesini yapmak üzere Çanakkale Ordusu’nun komutanlığında kalması görevini verdikten sonra, 24 Kasımda İngiltere’ye hareket etmiştir. Bütün bu gelişmeler neticesinde bir an önce bir tahliye kararın alınması gerekliliğine artık herkes inanmaya başlamıştı. 7 Aralık’ta toplanan kabine Monro’nun ilk raporunu verdiği tarihten 37 gün sonra, tahliye kararı almış; karar aynı gün Mondros’da bulunan Monro’ya, telgrafla bildirilmiştir .
Bu aşamadan sonra müttefikler cepheyi büyük bir gizlilikle tahliyeye başlayacaktır. İlk tahliye edilen birlikler, Arıburnu ve Suvla’daki birlikler olmuştur. Tahliye kararının alınması ile birlikte her gece birlikler ve malzemeler gemilere bindirilerek Limni Adası’na nakledilmiş, en son 20 Aralıkta Arıburnu ve Suvla’daki bütün birlikler boşaltılmıştır. Yarımada’nın Seddülbahir bölgesinde başlayan tahliye işlemi ise 9 Ocak 1916’da bitirilmiştir. Düşman tamamen Türk topraklarını terk etmiştir. Zafer Türk milletinin olmuştur.

ÇANAKKALE CEPHESİ

İtilaf Kuvvetleri Çanakkale Boğazı’na yönelik girişimi, 1914’te savaş başladığı günlerde düşünülmüştür. Osmanlı savaşa girdikten sonra Boğazlar yeniden gündeme gelmiştir. Rusya kendisine yardım için Ocak 1915’te İngiltere’ye başvurmuştur. Bu öneri ilgi görmüş, İngiltere Deniz Bakanı Winston Churcill bir Çanakkale planı hazırlamıştır. Bu plana göre; Rusya’ya yardım edilecek, kurulacak olan bağlantı ile Batı cepheleri rahatlatılacak, Boğazlar ve İstanbul alınacak, Osmanlı saf dışı edilecektir.

Çanakkale Cephesi’nin Açılmasının Gerçek Nedenleri

(1) İstanbul’u işgal ederek Osmanlı’nın yıkılmasını sağlamak, savaş dışı bırakmak.

(2) Osmanlı’nın savaştan çekilmesiyle Almanya ve Avusturya-Macaristan’ı güneyden kuşatmak, Alman bloğunu tek başına orta Avrupa’da sıkıştırıp tecrit etmek.

(3) İngiltere ve Fransa, Rusya’ya vereceklerini bildirdikleri Boğazlar Bölgesi’ni Rusya’dan önce ele geçirip barış masasına kuvvetli oturmak.

(4) Osmanlı’yı barış yapmak zorunda bırakıp Süveyş Kanalı ve Hindistan yolu üzerindeki Türk tehlikesini ve açılmış olan bütün cepheleri ortadan kaldırmak.

Çanakkale Cephesinin Açılmasının Diğer Nedenleri

(1) Kafkaslar’a doğru girişilen Türk taaruzlarının hafifletilmesi için Ruslar’a yardım isteği.

(2) Rus kaynaklarından yararlanmak, ekonomisini düzeltmek. Bunun için gerekli yardımın Rusya’ya ulaştırılması için çareler aranıyordu.

(a) Baltık Deniz Yolu: Almanlar’ın kontrolünde.

(b) Kuzey Kutup Deniz Yolu: Yılın 9-10 ayı buzlarla kaplı.

(c) Avrupa Üzerinden Rusya’ya Ulaşmak: Almanlar bu hattı tamamen kapatmıştı.

(d) Londra’yı Odessa’ya Bağlayan Yol: Çanakkale ve İstanbul Boğazları yolu olarak görülmekteydi. Bu sebeple Boğazlar’ı zorla açmak, Rusya’ya yardımları ulaştırmak için tercih edilmeliydi.

(3) Bulgaristan gibi harbe girmeye kararsız devletleri kendi saflarına çekmek.

(4) Marmara çevresi ve Trakya’daki Türk sığınağının Süveyş Kanalı ve Mısır üzerine kaydırılmasını önlemek, Balkanlar istikametinde muhtemel ileri hareketlerden alıkoymak.

(5) İslam alemine karşı hilafetin prestij ve otoritesini kırmak.

(6) Manş Denizi’ndeki savaşlara karşı bıkkınlık duyan İngiliz halkına yeni bir cephede parlak başarılar göstermek.

 

HAVA SAVAŞLARI

Bilindiği gibi insanoğlu değişik zamanlarda uçmayı denemiş ve bunu ilk olarak 17 Aralık 1903 tarihinde Amerika’da Wright kardeşler 12 beygir gücündeki The Flayer adlı uçakla gerçekleştirmişlerdir.İşte bu tarihten sonra gerek Amerika Birleşik Devletleri’nde, gerekse Avrupa’da uçağa ve uçuculuğa özel bir önem verilmiş ve bu alandaki çalışmalar ve gelişmeler hızla artmıştır.Yine denilebilir ki askersel amaçlı ilk uçağa 1909 yılında Amerika Birleşik Devletleri sahip olmuş, onu Fransa, İngiltere ve İtalya izlemiştir.İlk gemiden uçağın kalkması yine Amerika Birleşik Devletleri’nde 1910 yılında gerçekleştirilmiş, ilk uçak gemisine ise yine aynı devlet 1911 yılında sahip olmuştur. İlk deniz uçağını da yine Amerika 1911 yılında donanmasına katmıştır. Savaşta ilk uçak ise İtalyanlarca Trablusgarp Savaşı’nda kullanılmıştır.

Havacılık açısından Osmanlı Devleti’ne gelince, Osmanlı yetkilileri havacılığın önemini anlamışlar ve bu yüzden ilk çalışmalara 1911 yılında Mahmut Şevket Paşa’nın buyruğuyla askersel amaçlarla başlamıştır. Hatta bu amaçla İngiltere ve Fransa’ya pilot yetiştirilmek için subaylar gönderilmiş, bu devletlerden uçaklar alınmış, Yeşilköy’de bir havaalanı bile açılmış ve birtakım kurullar oluşturulmuştur. Balkan Savaşları başladığında Osmanlıda 10 tane gözetleme ve bombardıman uçağı vardır. Ancak bunları 1.Balkan Savaşında kullanamamış, 2.Balkan Savaşı’nda ise birkaç defa gözetleme yaptırtabilmiştir.

1.Dünya Savaşı’na kadar Osmanlı havacılığı genelde Fransa ve İngiltere’ye dayanırken, Osmanlının yönünü Almanya’ya çevirmesiyle doğal olarak havacılıkta kaynak açısından Almanya’ya yönelmeye başlamıştır. Çünkü, İngiltere ve Fransa Osmanlının uçucularını eğitmediği gibi uçak vermemiş ve İstanbul’daki eğiticilerini de geri çekmiştir.

Osmanlı savaşa girince Almanya her yönden silah, araç ve gereç vermiştir. Bu araç gereç ve donanım içinde havacılığa ait olanlar da vardır. Almanya Osmanlının istemi üzerine başta pilot olmak üzere her türlü uzman, uçak, silah, yedek parça ve bomba göndermiş ve bu alanda bilgi vermiştir.

Osmanlı 1.Dünya Savaşına girdiğinde elinde dört tane sağlam uçağı vardır.

Böyle bir giriş yaptıktan sonra artık konunun özüne geçebiliriz.

Bilindiği gibi Osmanlı savaşa girdiğinde birkaç cephesi vardır. Ancak en önemlisi buradaki Çanakkale Cephesidir. Adeta savaşın can damarıdır. Çünkü burada boğaz vardır. Eğer boğaz geçilebilirse Anlaşma Devletleri ile Rusya birleşecek Trakya’dan Almanya sarılacak Balkan Devletleri İngiltere’nin yanında yer alacak ve en önemlisi de Osmanlı Devleti savaş dışı bırakılacaktı. Böyle çok önemli bir sonucu her iki tarafta bildiği için, olanca güçlerini buraya yığmışlardır. Bu güçler içinde hava gücü de vardır.

Çanakkale Savaşı başlamadan önce Osmanlının burada 3 Ağustos 1914’te gönderilen ve bozuldukları için geri çağrılan deniz uçakları vardır.

Çıkartmadan önce ise Nieport markalı bir deniz uçağı bulunmaktadır. Bu uçakla Fazıl Bey ilk gözetlemeyi 5 Eylül 1914 tarihinde yapmıştır. Bunu daha sonra 10 Eylül, 2 Ekim ve 14-19 Ekim 1914 tarihleri  izlemiştir. Ancak Almanya Erich Serno adında bir teğmeni buraya gönderince işler değişmiş ve havacılık yeni bir döneme girmiştir. Serno ile birlikte üç tane daha Alman uçağı verilmiştir. Fakat çıkartmadan önce Çanakkale’ye yalnızca biri gelebilmiştir. Yani 18 Mart çıkartmasından bir gün önce burada Osmanlının iki deniz uçağı vardır.

Çanakkale cephesinde havacılığı iyi anlayabilmek için her şeyden önce iki yanın hava güçlerini bilmek gerekir. Bu savaşta Osmanlının hava gücü şöyledir: Savaş başlamadan önce Osmanlının Müstahkem Mevkii Komutanlığı’na bağlı olarak sefer kuruluşunda kağıt üzerinde de olsa hava birlikleri vardır. Bunlar daha sonra işlerliğe kavuşmuş ve bölük düzeyine kadar yükseltilmişlerdir.

Çanakkale’de Osmanlının 1.Bölük, 6.Bölük ve 3.Deniz Tayyare Bölüğü olmak üzere toplam üç tane birliği vardır. Ancak savaşın son iki yılında Uzunköprü’deki 15.Hava Bölüğü ve tümden Almanlardan oluşan Fokker Bölüğü de etkin olmaya başlamıştır. Böylece bu cephede toplam beş tane hava birliği oluşturulmuştur. Yani bunlardan

1.Uçak Bölüğü Gelibolu’daki Galata’da
6.Uçak Bölüğü Erenköy’de ve Nara’da
3.Deniz Uçak Bölüğü Nara ve Köseburun’da
Fokker Bölüğü Gelibolu’daki Galata’da
15.Hava Bölüğü Uzunköprü’de görev yapmaktadırlar.

Uçakların inip kalkması, bakım ve onarımlarının yapılabilmesi ve uçakların savaş için donanımlarını sağlayabilmesi için havaalanlarının da olması gerekir. Osmanlının bu cephede saptayabildiğimiz kadarıyla aşağıdaki havaalanları vardır.

Galata Havaalanı: Adı üzerinde Galata Köyü yakınlarındadır. Bir dere içindedir. Kara hava uçakları içindir. Osmanlı Ordusunun, yani Limon Von Sanders Paşa’nın karargahının havadan korunması için Temmuz 1915’te buraya yapılmıştır.

Nara Havaalanı: Nara’dadır. Deniz uçakları için yapılmıştır. Aslında burada tek üst değil iki tanedir. Biri de Köse Burnu’ndadır.

Çanakkale Havaalanı: Bu ad altında iki yerde havaalanı bulunmaktadır. Biri bugünkü İntepe dolaylarındadır. Ancak 5 Temmuz 1915 tarihindeki bombalamayla iki uçağın kullanılamaz duruma gelmesi sonucu kullanımdan kaldırılmıştır. İkinci havaalanı ise bugünkü Çanakkale Havaalanının yakınlarında bir yerdedir.

Uzunköprü Havaalanı: Bu da özellikle son iki yılda cephede çok etkin olmuştur. Hatta Çanakkale’nin bazı uçaklarını buraya tahsis etmişlerdir. Buradan kalkan uçaklar özellikle Saroz Körfezi ve Bulgar-Yunan sınırında görev yapmış İmroz ve Limni Adasından İstanbul’a giden uçaklarla sık sık karşılaşmışlardır.

Çanakkale’de bunların dışında kara hava uçakları için birkaç küçük havaalanı ve pistin olma olasılığı daha vardır. Bunlar cephe içinde doğrudan ve etkin bir biçimde görev yapan havaalanlarıdır. Bunların dışında Yeşilköy, İzmir, Dedeağaç, Edirne, Tekirdağ ve Marmara Adasındaki Kutali Havaalanı ve pistlerinden de yararlanılmıştır.

Uçakların olduğu yerde uçaksavarların ve birliklerinin de olması gerekir. Bunlar o günkü deyimle Tayyare Topçularıdır. Bataryalar biçiminde düzenlenmişlerdir. Osmanlının cephede ara sıra yerleri değişmekle birlikte  uçaksavar birlikleri şöyledir:

3.Ağır Topçu Alayı Çimenlik Tabyasının 1.Ağır Topçu Taburunun Hamidiye Tabyasına bağlı takım

4.Ağır Topçu Alayı Kilitbahirdeki Namazgah Tabyasına bağlı Havuzlarda ve Baykuşta görevlendirme.

5.Ağır Topçu Alayı Kumkaledeki Orhaniye ve Ertuğrul Tabyasında görevlendirme. Uçaksavar bataryalarının kullandığı değişik silahlar olmakla birlikte asıl ve etkin olan silahları 37mm.lik toplardır. Bunlara da Tayyare Topları denir. Bu topların sayıları değişmekle birlikte bağlı oldukları birlikler şunlardır:

3.Ağır Topçu Alayı: 2 Adet 37 mm.lik Top

4.Ağır Topçu Alayı : 6 Adet 37 mm.lik Top

5.Ağır Topçu Alayı : 4 Adet 37mm.lik Top

Havacılıktaki güçler açısından bakıldığında Anlaşma Devletlerinin güçleri de şöyledir; Başlangıçta bu cephe İngiliz Doğu Seferi Kuvvet Komutanlığı’na bağlıdır. Fransızlarınsa Bozcaada’da 98 uçak bölüğü ve 20 uçağı bulunmaktadır. Bunlara ek olarak İngilizler buraya uçak getirmişler ve burada ortak bir birlik oluşturmuşlardır. Bunların yanı sıra yöreye Ben My Chree ve Ark Royal adlı uçak gemilerini de getirmişlerdir. Başlangıçta Bozcaada da olan İngiliz-Fransız karma birlikleri İngilizlerin Haziran 1915’te kendi birliklerini Çanakkale İngiliz Kraliyet Hava Kuvvetleri Komutanlığı’na bağlanması ve bunları İmroz Adası’ndaki Kefali Limanı yakınlarına taşıması sonucu güçler ikiye ayrılmıştır. Bu birlikler daha sonra yani Selanik çıkartmasından sonra görev alanlarının genişlemesiyle ağırlıklarını Limni Adasına vermişlerdir.

Çanakkale Cephesinde Anlaşma Devletlerinin dördü sabit ikisi de gezginci olmak üzere toplam 6 tane havaalanı vardır.Bunlar şunlardır;

Bozcaada Havaalanı: Önce karmadır. 16 uçaklıktır. Fakat Haziran 1915’ten sonra tümden Fransızlarındır.

Seddülbahir Havaalanı: Adı üzerinde Seddülbahirde olup 4 uçaklıktır. Ancak burası 15 Haziran 1915 tarihinde Kumkale ve Alçıtepe’den topçu bombalaması, Osmanlı uçaklarının baskını ve çok esintili olması yüzünden havaalanı olmaktan çıkarılmış, olağanüstü durumlarda kullanılmıştır.

İmroz Havaalanı: Gökçeada’dadır. Bu da Haziran 1915’ten sonra tümden İngilizlerindir.

Limni Havaalanı: Adı üzerinde Limni adasındadır. Bu havaalanı anlaşma devletlerinin Çanakkale’den çekildikten sonra etkin olmuştur. Çünkü bunların görev alanı genişlemiştir. Yani Sırbistan Almanya tarafından işgal edilince ve Bulgaristan’ın Bağlaşma devletlerine katılmasıyla bu havaalanı İstanbul’dan Sırbistan’a kadar olan yerleri gözetlemek ve denetlemek amacıyla güçlendirilmiştir.

Ben My Cheere Uçak Gemisi: Gezginci havaalanıdır. Toplam 5 uçak taşımaktadır.

Ark Royal Uçak Gemisi: Bu da gezginci bir havaalanıdır. 8 uçak taşımaktadır. Bu son iki havaalanı veya uçak gemisi gezginci olduğu için Midilli Adası, Limni Adası ve Saroz Körfezi arasında görev yapmıştır.Osmanlıda uçaksavar bataryalarının olmasına karşın Anlaşma Devletlerinin bu tür birliklerinin olup olmadığını saptayamadık. Ancak Osmanlı uçaklarına yerden ve denizden top, tüfek ve makineli tüfek atışlarının yapıldığını biliyoruz. Ayrıca gerek İngiltere’nin gerekse Fransa’nın Avrupa’daki cephelerinde yeni tip Anti Aircraft denilen çift ve üç namlulu uçaksavarları vardır. Fakat bunları bu cephede kullandıklarını da saptayamadık.

Peki! Osmanlı uçakları hangi etkinliklerde bulunmuşlardır?

Osmanlı uçakları Anlaşma Devletleri’nin ordusunu, askerlerini, topçularını, mevzilerini, savaş ve ulaştırma gemilerini, balonlarını, denizaltılarını, havaalanlarını ve bazı köprüleri bombalamışlardır. Bunların yanı sıra gözetlemeler yapmışlar, hava fotoğrafları çekmişler, propaganda amacıyla bildiriler atmışlar, mayın ve ağ taramışlar, İstanbul’dan gelen ulaştırma gemileri konvoylarına eşlik etmişler ve karşı tarafın uçaklarıyla hem çarpışmışlar hem de it dalaşında bulunmuşlardır.Burada hemen şunu da anımsatmakta yarar vardır; Çanakkale Savaşları dendiğinde hep çıkartma ve çekilme süreci düşünülür. Bu kara savaşları açısından doğrudur. Ancak bu süreç hava savaşları açısından geçersizdir. Çünkü hava savaşları Mondros Ateşkes Antlaşması’ndan birkaç gün öncesine kadar sürmüştür. Dolayısıyla bu sunumumda 4 yıllık bir hava savaşı sürecinde hava etkinliklerinin tümünü anlatmak olanaksızdır. Ancak bunların önemli olanlarına yer verilecektir.Bunlardan gözetleme uçuşlarına örnek verecek olursak, bunların savaş boyunca sürekli yapıldığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Fakat en ilginç olanı Yzb. Serno ve ekibinin 18 Mart 1915’teki çıkartmayı önceden haber verebilmesidir. Serno 17 Martta İstanbul’dan gelmiş ve 17-18 Mart gecesi arkadaşlarıyla birlikte bir gözetleme uçuşu yaparak, Anlaşma Devletlerinin donanmasının boğaza doğru ilerlediğini görerek geri dönmüş ve cephe komutanına 3 saat gibi önceden haber vererek gerekli önlemlerin alınmasına yardımcı olmuştur. Yine bu salonda iki yıl önce tartışılan Anlaşma Devletlerinin çekilmeden haberi var mıydı, yok muydu konulu bir bildiri sunulmuş ve sonuçta belge var mı yok mu tartışmasına gelinmişti. İşte bu gözetlemeler sonucu Hava Bölük Komutanı Alman Yzb. Körner geri çekilişi günü gününe saptamış ve yetkililere bildirmiştir.

Peki, gözetleme biçimi nasıldır?

Gözetleme biçimi şöyledir: Ölçüm ve gözlem için uygun donanımlı olan gözetleme uçaklarıyla pilot ve yardımcısı (gözcü veya rasıt) uçtuklarında gözlem yapar ve bu bilgileri harita üzerine işaretler ve gerekli bilgileri defterine not alır daha sonra bunları gerekli yerlere sunar.

Havacıların yaptığı bir başka görev de fotoğraf çekmeleridir. Bunlar 3000 metreye kadar fotoğraflar çekebilmektedirler. Ancak elimizde en yüksek 1200 metreden çekilmiş fotoğraf vardır. Fotoğrafları daha çok Alman Yzb. Körner çekmiştir. Hatta birkaç gün içinde 300-400 metreden 200 kadar fotoğrafı çekmiştir. Daha sonra bu fotoğraflar üzerinde çalışmalar yapılarak haritalar yapılıyor ve topçuların kullanımına sunuluyor.

Havacıların bir başka etkinliği de havaalanlarını bombalamalarıdır. Örneğin 27 Eylül 1915 ve 3-4 Eylül 1917 tarihlerinde İmroz Havaalanı 18 Nisan ve 15 Haziran 1915 tarihlerinde Bozcaada havaalanı bombalanmış, yine 17 ve 20 Haziran 1915 tarihinde uçakların bilgi vermesi sonucu Seddülbahir Havaalanı Kumkale ve Alçıtepe yöresindeki topçuların atışıyla kapattırılmıştır. Ayrıca değişik tarihlerde Limni Havaalanı da bombalanmıştır. Bunların sonucunda havaalanları, uçaklar,hangarlar ve donanım zarar görmüştür.

Çok önemli bir bombalama olayı da İngiliz Başkomutanı Karargahı olan General Sir İan Hamilton’un yatının bombalanmasıdır. 18 Temmuz 1915 tarihinde saldırılmış, 2 adet 25 kg.lık ve 3 adet 10 kg.lık Alman bombaları atılmasına karşın vurulamamıştır. Bombalar yatın yakınına düştüğü için bir zarar verdirilememiştir. Fakat bu durum Çanakkale Cephesi’ndeki Osmanlı Askerlerine moral vermiştir.

Osmanlı havacıları köprüleri de bombalamışlardır. Ancak bunu cepheyi yitirmelerine başladıklarında, düşman ilerlemesini önlemek amacıyla Mondros’a yakın zamanlarda yapmışlardır. Örneğin Ekim 1918’de Gümülcine- Kösemescit ve İskeçe-Narlıköy köprüleri bombalanmıştır.

Osmanlı uçakları propaganda savaşımına da katılmıştır. Örneğin 27 Mayıs 1915 tarihinde Fransız sömürgelerinden getirilen askerlere bildiriler atmıştır. Yine Avustralya ve Yeni Zelandalılara 25 Nisan 1915 tarihinde İstanbul’dan gelen bir uçak Arıburnu’nda İngilizce 300 kadar bildiri atmıştır.

Havacılar denizaltılara karşı da etkin olarak kullanılmışlardır. Özellikle Marmara Denizi’ndeki görevi üstlenmişler ve 6 Ağustos 1915 tarihinde saptadıkları bir İngiliz denizaltısını bombalayarak batırmışlardır. Yine Ağustos 1915’te İstanbul dan gelen deniz konvoylarını havadan ve denizden korumuşlardır. Osmanlı Uçakları balonlara karşı da görev yapmıştır. Ancak buna daha sonra değineceğiz.

Acaba Osmanlı havacıları sivil yerleri bombalamış mıdır?

Osmanlı havacıları sivil yerleri vurmamıştır. Çünkü çevrede vurulacak sivil yerleşim birimleri yoktur. Bunun yanı sıra it dalaşı, bombalama ve önleme uçuşunun sayısızca örnekleri vardır. Antlaşma devletlerinin etkinliklerine gelince, bunların hava yönünden etkinlik alanı ve görev çeşitliliği Osmanlıya göre daha çoktur. Örneğin bunlar Osmanlı Askerlerini, topçusunu, mevzilerini, savaş ve ulaştırma gemilerini, köprülerini, demiryollarını, askersel tesisleri, havaalanlarını vurmuşlar, çıkartmada ve geri çekilmede yoğun bir şekilde destek sağlamışlar, gözetlemelerde bulunmuşlar, propaganda etkinliğine katılmışlar, Nara’daki denizaltı ağlarıyla mayınların yerlerine saldırarak kendilerinin Marmara’ya geçişini kolaylaştırmaya, tam karşıtı olarak da Osmanlının Marmara’daki deniz ulaşımını engellemeye çalışmışlardır. Bunun yanı sıra yerleşim alanlarını da vurmuşlardır.Bunları örnekleyecek olursak şöyledir; Örneğin 18 Mart 1915 ve 25 Nisan 1915 tarihlerindeki çıkartmalarda Kumkale’de Fransızların uçakları görev almış, boğazın Avrupa yakasında ise İngiliz uçakları kullanılmıştır.

Anlaşma Devletleri uçakları İstanbul’dan Çanakkale cephesine yiyecek, içecek, asker ve donanım getiren Marmara’daki ulaşım gemilerine de saldırmış ve bazı gemileri de batırmıştır. Yine aynı donanımı Uzunköprü’ye kadar getiren demiryollarını ve istasyonlarını da 9,12 ve 27 Haziran 1918 tarihlerinde bombalamışlardır. Ayrıca bunlar yaptıkları uçuşlarla Marmara’daki denizaltılarla telgraf bağlantıları da kurarak onlara gerekli bilgileri sağlamışlardır.

Anlaşma devletlerinin uçakları da propagandaya katılmıştır. Örneğin 23 Ağustos ve 29 Mayıs 1915 tarihlerinde bildiriler atmışlardır. Yine bunlar Nara’daki denizaltı ağlarına da saldırmışlar ve mayın taramışlardır. Ancak mayın taramada biraz başarısızdırlar. Çünkü 18 Mart çıkartmasında çok zarar verdikleri düşünülürse, iyi gözlem yapamadıkları ortaya çıkacaktır.

Antlaşma Devletleri havacılarının en çok zarar verdirdikleri bir görev de topçu atışlarını düzelttirmeleridir. Bunu birçok defa yapmışlardır.

Yine başarılı oldukları bir alan da geri çekilmede verdikleri destektir. Bu destek gözetleme biçiminde olduğu gibi yoğun bir saldırı ile Osmanlı uçaklarının gözetlemelerini önlemek biçiminde olmuştur. Özellikle bunu 19-20 Aralık 1915’teki Arıburnu çekilmesi sırasında başarıyla uygulayabilmişlerdir. Ayrıca Çanakkale cephesi gerisine ve Marmara içlerine sık sık saldırarak Osmanlı yetkililerinin gözünün ve uçaklarının buraya çevrilmesini sağlamışlardır. Yani asıl cepheyi rahatlatmışlardır.

Anlaşma devletleri uçakları İstanbul’u da yoğun bir biçimde bombalamışlardır. Özellikle Yavuz’un Çanakkale Boğazından çıkarak Antlaşma Devletleri’nin üstlerini bombalayacağı düşüncesiyle İstanbul’daki Yavuzu batırmak için bu saldırılara başlamışlar, daha sonra da korku salarak İstanbul’daki yetkililerin ve halkın moralini bozmak için sürdürmüşlerdir. Bu yüzden İstanbul’u bombalayan uçaklar İmroz ve Limni havaalanlarından kalkmış, Şarköy yönünden İstanbul’a ulaşmışlardır. Örneğin 12 Nisan 1916’da İmroz’dan kalkan iki uçak Zeytinburnu Silah Fabrikası ile Yeşilköy uçak hangarlarını vurmuştur. 9-10 Temmuz 1917’de iki farman uçağıyla da Harbiye Nezareti avlusuna Bayezit alanına Yavuz Numune-i Hamiyet ve Yadigar gemisine bomba bırakılıp Yadigar gemisinin batmasına neden olmuştur. Yine antlaşma devletleri uçakları Temmuz 1917 ile Eylül 1917 arasında bazen 4-6 uçaklık kollarla İstanbul’daki Zeytinburnu Fabrikası’nı, Haydarpaşa İstasyonu’nu, Selimiye ve Davutpaşa Kışlası’nı, Haliç’i, Gülhane Parkı’nı, Hasköy Askeri Tesislerini, Yeşilköy Havaalanı’nı, İstanbul Elektrik Fabrikasını, Galata Köprüsü’nü ve Galata’daki balon birliğini bombalamışlardır. Tüm bunların sonucu Başkomutanlık İstanbul’u havadan savunmak için kademeli bir savunma tasarımı hazırlamıştır.

Önemli bir hava savaşı da İmroz Adasının baskını sırasında Midilli Kravözürü’nün battığı olay sırasında olmuştur. İmroz Kafelo’daki İngiliz deniz ve hava üstlerini vurmak için yapılmış olan bu saldırı şöyle gerçekleşmiştir; 20 Ocak 1918 günü Yavuz ve Midilli kravözürleri, Numune-i Hamiyet, Muavenet-i Milliye, Basra ve Samsun muhriplerinden oluşan bir filo baskın düzenlemiştir. Buna iki yanın uçakları da katılmıştır. Burada Midilli kravözürü Kafelo’daki hava alanının yakıt depolarını tahrip etmiştir. Hatta Midili’nin mayınlara çarpmasının nedenlerinden biri hava akınlarından korunmak için yaptığı manevralar olarak gösterilmiştir. Yaralandıktan sonra da İmroz’dan kalkan uçaklar Midilli’yi havadan vurmuşlardır. Ayrıca yaralı olan Yavuz’a da 8-10 uçakla saldırmışlar, fakat vuramamışlardır. Bu sırada Osmanlı uçakları da karşı saldırıya geçerek 2 İngiliz uçağını düşürmüştür. Bu sırada mayından dolayı yaralı olan Yavuz Nara’ya kadar gelerek karaya oturmuştur. İşte burada tam bir hava savaşı yaşanmıştır. Çünkü İngilizler Yavuzu batırmak için olanca gücünü ortaya koyarak saldırmışlar, buna karşın da Osmanlılar kurtarmak için savunma yapmışlardır. Osmanlı yetkilileri durumun ciddiliğini gördüklerinde buraya uçaksavar toplarını da çekmişlerdir. Beş gün beş gece süren hava saldırıları sırasında kurtarma işlerine ara bile verilmiştir. Anlaşma Devletleri uçakları bu beş günlük sürede 276 sorti denilen çıkış yapmış ve toplam 14-15 ton eden 180 dolayında bomba yağdırmışlardır. Bu bombalardan iki tanesi isabet etmiş ve az zarar vermiştir. Hatta aynı anda 14 uçak saldırmıştır. 26 Ocak 1918 tarihinde Yavuz’un yüzdürülmesi ve İstanbul’a gönderilmesiyle olay Osmanlılar için başarı, karşı taraf içinse başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu İmroz baskını olayında İngilizlerin toplam 4 uçağı düşürülmüştür.Bu cephede ilkler de vardır. İlk torpidonun bu cephede kullanıldığı varsayılmaktadır. Örneğin, 12 Ağustos 1915’te Ben My Chree uçak gemisinden kalkan uçaklar Mahmut Şevket Paşa Vapuru’na torpido atmıştır. Yine Osmanlıların ilk savaş uçağını bu cephede düşürdüğü bilinmektedir.

Peki, Anlaşma Devletleri uçakları sivil yerleri bombalamış mıdır?

Bombalamıştır. Maydos, Gelibolu, Lâpseki, Çanakkale, İstanbul ve Uzunköprü bunlar arasındadır. Örneğin Maydos veya bugünkü adıyla Eceabat’a 3 İngiliz uçağı 23 Nisan 1915 tarihinde saldırmış ve 5 siville 5 askerin ölümüne, pek çok kişinin de yaralanmasına neden olmuştur. Hatta ölenler içinde birçok Rum ve Maydos’un din adamı olan Metropolitte bulunmaktadır. Yine 5 Ocak 1917 tarihinde 5 uçaklık, 3 Temmuz 1917 tarihinde de 8 uçaklık bir filo ile ve 10 Temmuz 1917’de Çanakkale’yi bombalamışlardır. 19 ve 23 Mayıs 1916 tarihlerinde de yine 8 uçakla vurarak 70 kadar bomba bırakmışlardır. 3 Ocak 1917 tarihinde Lapseki’yi vurmuşlardır. 9,12 ve 27 Haziran 1918 tarihlerinde ise Uzunköprü istasyonu bombalanmış ve personelden 9 kişi ölmüştür. Biraz önce değindiğimiz  gibi İstanbul’un birkaç yerleşim yeri de bombalanmıştır. Burada şunu da belirtmekte yarar vardır; Anlaşma Devletleri uçakları İstanbul ve Uzunköprü’deki yerleri bilinçli olarak değil, fakat Maydos, Gelibolu, Lapseki ve Çanakkale’yi bilinçli olarak adeta cephedeki zararlarının öcünü almak için yapmıştır.

İngiliz ve Fransızların bombaladığı bir yer de havaalanlarıdır. Onlar da tıpkı Osmanlılar gibi karşı tarafı bu yönde etkisizleştirebilmek için sık sık havaalanlarına saldırmışlardır. Örneğin 5 Temmuz 1915 tarihinde 10 uçakla ve 2 Ağustos 1915’te de Çanakkale veya Erenköy havaalanına saldırmışlardır. Hatta bazı saldırılarda gizlemeler yapılmasına karşın yine de uçaklara zararlar verdirtmişlerdir. Bu yüzden de değişik nedenlerden dolayı Erenköy havaalanı kullanımdan kaldırılmıştır. Nara Havaalanı ise çok sık bombalanmıştır. Bunu uçaklar yaptığı gibi bazen de yöre aşırtma toplarıyla bombalanmıştır. Galata havaalanı da çok sık vurulmuştur. Örneğin 19 ve 25 Aralık 1915, 3 Ocak 1916 tarihlerinde bombalanmış ve zararlar verdirilmiştir. Yine burada da şunu belirtmekte yarar vardır; Havaalanı bombalamak adeta kan davasına dönüşmüştür. Adeta öç almak gibidir. Biri sabah bombalarsa öteki akşamüzeri, diğeri bugün bombalarsa, öteki de hemen ertesi günü bombalamıştır. Yani birbirlerine şu iletiyi vermek istemişlerdir: bu alanda senin gücün varsa, benim de vardır. Sen bunu yaparsan, ben de bunu yaparım, bilmiş ol… gibi.

İngilizlerin bombaladığı önemli yerler arasında hastaneler de vardır. Örneğin 1 Mayıs 1915 tarihinde Maydos Hastanesini, 26 Temmuz 1915’te Celil Paşa Hastanesini, 4 Ağustos 1915’te Ezine Hastanesi’ni, 5 Ağustos 1915’te Ağıldere’deki hastaneleri, 9 Ağustos 1915’te Galata Köyü’ndeki hastaneleri, 13 Ağustos 1915’te Arıburnu’ndaki hastaneleri ve Aralık 1915 başında Reşit Paşa hastane gemisini bombalamışlardır. Burada çok sayıda insanın ölmesine ve yaralanmasına neden olmuşlardır. İşin ilginç yanı hastanede ölenler arasında Osmanlıların baktıkları İngiliz ve Fransız askerleri de vardır.

Anlaşma devletlerinin hava etkinliklerinden biri de hava fotoğrafçılığıdır. Onlar da Osmanlılar gibi fotoğraflar çekerek bunlardan yararlanmışlardır.

Son olarak havacılığın bir kolu olan balonlardan ve balonculuktan da söz edeceğiz. Balonculuk açısından Osmanlıya baktığımızda şunu görüyoruz; Osmanlıda Balkan Savaşları sırasında bir sabit balon vardır. Ancak bu balon çalıştırıcıları olmadığı için kullanılamamıştır. 1.Dünya Savaşı içinde ise Almanlar 4-5 sabit balon vermişlerdir. Bunlardan bir tanesi Çanakkale Cephesi’ne gönderilmiştir. Ancak bunun kullanılıp kullanılmadığına ait bir bilgi saptayamadık.

Anlaşma Devletlerinin balonculuğuna gelince, bunların bu cephede Manika, Canning ve Hektor adında üç balonları vardır. Bu devletler yörenin engebeli olması yüzünden sağlıklı atışlar yapamayınca balon istemişler ve bu balonlar gönderilmiştir.

Balonlar şöyle çalıştırılmaktadır: İpleri ve telefon kabloları yerdeki askerlerde olan balonlar 200 metreye kadar çıkartılıyor ve içindeki gözcüler gördüklerini telefonla ve telsizle yerdeki yetkililere bildiriyorlar. Özellikle 25 Nisan 1915 tarihindeki çıkartmada gözlemler sonucu topçu atışlarına Manika adlı balon çok isabet yaptırmış ve Osmanlı Askerlerine çok yitik verdirmişlerdir. Bunun üzerine 5.Ordu Komutanı 30 Nisan 1915 tarihinde Başkomutanlık karargahına başvurmuş ve önlem alınmasını istemiştir. O da uçaklarla saldırılmasını önermiştir. Osmanlı havacıları bu balonlara top ve uçaklarla 26 Nisan, 23 Ağustos, 18 ve 27 Eylül 1915 tarihlerinde saldırmışlar ancak iyi korundukları için etkili olamamışlardır. Yapılan yalnızca şudur; bu balonlar ya açığa denize çekilmiş ya da geçici olarak yere indirilerek görevine ara verdirmişlerdir.

Bu balonlar kendi devletlerinin Marmara içindeki denizaltıları ile de telsiz bağlantılarını sağladıkları gibi geri çekilmede de önemli görevler üstlenmişlerdir.

Burada aklımıza şöyle bir soru gelebilir; havacılık açısından hangi yan daha başarılıdır?

İki yan da başarılıdır. Ancak Anlaşma Devletleri daha başarılıdır. Çünkü onların kullandıkları uçak sayısı çoktur. Mayıs 1915’te 30 uçak varken bu sayı Ağustos 1915’te 70’e ulaşmıştır. Oysa Osmanlıda çok daha azdır. Yine Alman Gotha uçaklarının motor gücü 100,150 ve Albatros-C uçakları 160 beygir gücünde saatte 100-125 km. hız yaparken İngilizlerin 275 beygir gücünde Rolls Royce çift motorlu Handey Page uzun menzilli uçakları vardır. Hatta İstanbul’u Limni Adasından vurabilmektedirler. Yine Osmanlı uçakları silah olarak çivi, tabanca, karabina tüfeği, bomba, el bombası ve makineli tüfek kullanırken Anlaşma Devletlerinin uçakları ise çift makineli tüfekler kullanmaktadır.

Bu cephede düşürülen ve düşen uçak sayısına gelince üzülerek söyleyebiliriz ki bu konuda kesin bir sayı vermek olanaksızdır. Ancak şöyle bir genelleme yapılabilir; Anlaşma Devletlerinin yitirdiği uçak sayısı Osmanlıya göre birkaç kat daha çoktur. Sonuç olarak denilebilir ki havacılık açısından her iki yan da canla başla savaşmıştır. İki yan da çok uçak yitirmemek için olabildiğince uçaklarını doğrudan karşı karşıya getirmemeye çalışmış ve biri saldırırsa öteki kaçmıştır. Zorunlu olmadıkça ve biri birini tepelemekte kuşkusu olduğunda yüz yüze gelmemeye çalışmışlardır.

Bu hava savaşında her iki yan da olanca gücüyle çarpışmasına ve her iki yanın da başarılı olmasına karşın değişik nedenlerden dolayı Anlaşma Devletleri daha etkindir. Anlaşma devletleri içinde ise İngilizler öndedir. Fransızlar havacılık açısından bu cephede adeta gölgede kalmıştır.Yine bu cephede tüm yokluklar olanaksızlıklar ve deneyimsizlikler göz önüne alındığında Osmanlı havacıları da çok başarılıdır. Hatta 8 uçak düşüren Alman Yzb. Bodeckke 1916 yılında Başkomutanlık Vekaletince Altın İmtiyaz Madalyası, kendi devleti olan Almanya tarafınca da Almanların en büyük madalyası olan “Orden Pour Le Merite” onur madalyası verilmiştir. Yine denilebilir ki Osmanlının kendi yerli havacıları bu savaşlarda deneyimler kazanmışlar ve burada kara savaşları bittikten sonra öteki cephelere atanmışlardır. Yani bunlar Çanakkale Cephesinde edindikleri deneyimleri ve bilgi birikimlerini öteki cephelere aktarmışlardır. Bu cepheden gidenlerin çoğunluğu daha sonra genelde yönetici konumuna gelmişlerdir. Yani denilebilir ki Osmanlı havacılığının da gelişmesine bu cephedeki havacıların katkısı ağırlıklıdır. Bu cephede uçaklar olduğu gibi uçaksavarlar da iyi savunma yapmışlardır. Balonlar da savaşın sonuna kadar başarıyla görevlerini sürdürmüştür.

Kısacası bu cephenin kazanılmasında Alman ve Osmanlı havacılarının ve bu destanın yazılmasında İngiliz ve Fransız havacılarının azımsanmayacak katkıları vardır.

SAVAŞ ŞİMDİ BAŞLIYOR!

Amiral De Robeck, kendince başarılı geçen harekâtı öğle saatlerine kadar yeterli görmüş olacak ki, geride bekleyen 3. Hattı daha yakın mesafeden ateş etmesi için tabyalara yaklaştırmıştı. İşte savaşın kaderi bu andan itibaren değişmekteydi. Artık zırhlılar, Türk toplarının menzili içindeydi ve asıl savaş şimdi başlıyordu.
3. hattın ileri sürüldüğü esnada, geri alınmakta olan 2. hattın Fransız gemilerinden Bovuet’de, Anadolu Hamidiye tabyasından gelen isabetli bir atış ile büyük bir patlama olmuş, gemi sarsılarak yan yatmış ve alabora olarak üç dakika içinde de batmıştı. Gemi etrafına birçok muhrip ve istimbot gelse de 600’ü aşan personelinin hemen hemen hepsi sulara gömülmüştür. Olaya şahit olan Lord Nelson Zırhlısı’nda bir İngiliz teğmen Dudley ise, annesine yazdığı mektupda geminin batışının iki dakika içinde olduğunu belirtmiştir : “Saat öğleden sonra 02:00, Biz aniden Fransız gemisi Bouvet’in bir kablumbağa gibi döndüğünü (alabora) gördük. Bütün her şey iki dakika içinde oldu. Saar 14:30’da tabyalara ateşe başladık.” diye belirtmiştir.

Bu esnada Türk tarafının boğulmakta olan personelin kurtarılmasına imkân sağlamak için ateşi kesmesi üzerine, Elizabeth ve Agememnon gemileri dışında diğer gemiler de ateşlerini kesmişlerdi.

Bouvet’in batmasından sonra, saat 15.14’te, bu defa, Irresistible’ın yanında bir patlama meydana gelmiş, gemi yana yatarak bölgeyi terk etmeye çalışırken 16:15’te, makine dairesinin altından mayına çarparak su almaya başlamıştır. Ocean’a gemiyi yedeğine alması emri verilirken, Albay Dent komutasındaki Wear Muhribi gemiye yanaşmış, personel kurtarıldıktan sonra, kurtulma imkânının olmadığı anlaşılınca gemi kaderine terk edilmiştir. Denizin ortasında savunmasız kalan Irresistible, Türk topçularının beklediği anı onlara vermişti, bu gemiyi kurtarmak için görevlendirilen Ocean ise, tabyalardan gelen bombardıman üzerine başarılı olamamıştır. Gemide kalan son personeli alarak uzaklaşmıştır. Daha sonra bu gemi Türk topçusu tarafından boğazın karanlık sularına gömülmüştür.

Amiral De Robeck, donanmanın uğradığı bu saldırıya bir anlam veremezken. Elindeki raporlar, bu bölgedeki mayınların temizlendiğini gösteriyordu. Saatler 17:30’u gösterirken, donanma gemilerinin Rumeli Mecidiye Tabyası’na ateşi yoğunlaşmış, erlerin sığınakta olduğu bir zamanda istihkama isabet eden mermilerden dolayı cephaneliğin havaya uçması üzerine birçok er şehit olmuştu. Bu olay esnasında kendinden geçen, Edremit’in Çamlık Köyü’nden Mehmed Oğlu Seyyid, arkadaşı Ali ile birlikte, tek başına bir kişinin kaldırması mümkün olmayan 215 kıyye ağırlığındaki mermileri vinci bozulan topun namlusuna sürerek Ocean’ın dümen tertibâtını üçüncü mermide vurmuştur. Kontrolünü kaybeden gemi, akıntıya karşı koyamamış, Erenköyü Koyundaki mayınlara çarparak Morto Koyu’na kadar sürüklenmiş, gece saat 22:30’da sulara gömülmüştür.

Mustafa Kemal daha sonra Conkbayırı’nı ziyaretinde Seyyid’i yanına getirtmiş uzun uzun konuşmuş, Milli Mücadele’de yaralandığında da yakından ilgilenmiş, ona iltifatlarda bulunmuştur.

Tüm bu yaşananlarda şaşkınlığını gizleyemen kişilerden biride Ashmet Bartlett’dir. Bartlett resmi ve gayri resmi kaynaklardan gelen raporlarda Muharebede her şeyin yolunda olduğu bir zamanda iki İngiliz ve bir Fransız zırhlısının batışını ve birçok geminin de hasar görmesini “ Pek ani ve hiç de umulmadık bir zamanda inmiş” bir darbe olarak nitelemiştir. Bartlett’de mağlubiyetin sebebini ise Boğaz’ı bırakıldığını iddiâ ettiği serseri mayınlar ve özellikle seyyar bataryalara bağlamaktadır.

Günün sonunda limanlarına çekilen müttefik donanmasında hayal kırıklıkları kayıplarla birlikte artmıştı. Dünyanın en güçlü donanması diye nam salmış filodan üç zırhlısını Boğaz’ın sularına bırakarak geri çekilmek zorunda kalmıştı. Bouvet, Ocean ve Irresistible batarak Boğaz’ın sularına gömülürken lnflexible,  Suffren ve Agamemnon zırhlıları savaş dışı kalarak muharebe edemez duruma düşmüştü. Bunlara, batırılan 2 muhrip, 7 mayın gemisi ile birlikte 10 adet 30,5 santimlik top, 2 adet 27,5 santimlik top, 24 adet 15 santimlik top, 8 adet 10 santimlik top ve 800 civarındaki asker kaybı da eklendiğinde donanmanın savaş gücünü üçte bir oranında yitirdiği anlaşılmaktadır.

18 Martta alınan zafer buradaki muharebelerde yeni başlangıçlara sebep olacaktır. Müttefiklerin boğazda ki yenilgisi onları farklı arayışlara iterken tüm Anadolu’da bu destan heyecanlara sebep olmuştur. İngiliz basınına mukabil 18 Marttaki zafer bütün yurtta büyük bir sevinçle karşılanmıştır. Türk Milleti’nin kendine olan güvenini yeniden kazanmasında zaferin önemli bir etkisi olmuştur. Donanmanın mağlubiyeti ve Türk Müstahkem Mevkii’nin başarısı bütün yurtta, özellikle İstanbul’da büyük sevinçle karşılanmıştır. Zaferi takip eden günlerde İstanbul gazetelerinde zafer tebrikleri yanında Anadolu’dan gelen şenlik ve tebrik haberleri, “Taşrada Tezahürat” başlığı ile yerini almıştır. Erzurum, İskenderun Refahiye ile Antakya, Ayıntab şehirlerinde resm-i geçitler düzenlenmiş, birçok yerde şenlikler tertip edilirken, şehir sakinleri evlerine bayraklar asmış, şehir merkezleri bayraklarla donatılmıştır. Gazeteler ve dergilerde zafer ile ilgili resmî tebliğlerin yanında milletin hissiyâtına tercüman olan haber ve yazılarda batan gemilerden haber verilmekte, müttefiklerin kayıplarına rağmen Türk tarafının çok az bir kaybının olduğu belirtilmiştir. Gazetelerde cephedeki özel muhabirlerin haberleri geldikçe ayrıntılı bir şekilde yayınlanmasına devam edilmiştir.

 

18 MART 1915 ÇANAKKALE GEÇİLMEZ

Türk milletinin hafızasına Çanakkale geçilmez olarak yazılacak bu slogan 18 Mart 1915’teki nihai boğaz muharebesi sonrasında ortaya çıkmıştır. Çanakkale boğazında sürekli devam eden küçük çaplı çıkarma harekâtları başarısız olması üzerine donanma tabyalara bomba yağdırmıştı. Lord Kitchener, 29. Tümen’in hareketine müsaade ederken, ertesi gün bu tümenle birlikte Anzak Kolordusu ile Fransız Tümeni ve İngiliz Kraliyet Deniz Tümeni’nin oluşturacağı Akdeniz Seferi Gücü Komutanlığı’na Sir Ian Hamilton’u tayin etmiştir.

Çanakkale muharebelerinin mimarı Churchill’in, Hamilton’un Çanakkale’ye mümkün olduğu kadar çabuk gitmesi konusundaki ısrarı vardır. Churchill, muhtemelen bu başarının kendisine ait olmasını istiyordu. Hamilton, hazırlıklarını yapmaması ve kurmay heyetinin daha teşekkül etmemesine rağmen, tayin edildiği gününün ertesi trenle Londra’dan hareket etmiş, 17 Mart 1915’te Mondros Limanı’na varmıştır.

Deniz harekâtı için denizdeki hazırlıklar da hız kazandı. 4 Marttan itibaren, bombalanan tabyaların tahrip faaliyetlerinden vazgeçilerek Boğaz’ın orta savunma hattında bulunan mayınların temizlenmesine çalışılmıştı. Boğazların mayın tarama işlemlerinde beklenenden daha çok zorluklarla karşılaşılıyordu. Taarruz gemilerinin boğazın her iki yanındaki seyyar topları susturamaması boğazda mayın temizleme işlerini sivil teknelerle yapılmaya itiyordu. Bu tekneler Boğaz’daki şiddetli akıntıya karşı fazla yol da alamıyorlardı. Mayınları temizlemek için mayınlı alanın üzerine çıkıp sonra akıntıdan yararlanarak aşağı doğru tarama işlemine geçiyorlardı. Mayın tarama için destroyerlerin kullanılma girişimleri başarısız olmuştu. Orta Savunma Hattı’nın başındaki mayınlı alanın gündüzleri temizlenmesinden Martta vazgeçilmiş ve iş geceye alınmıştı Amirallik Dairesi’nde Churchill sabırsızlanmaya başlamıştı. 13 Martta Carden’e gönderdiği özel ve gizli bir telgrafındaki “Boğaz’ın en dar yerine kadar olan mayınların temizlenmesinde verilen yaklaşık üç yüz kayıp pek küçük bir bedeldir. Bu iş, can ve küçük tekne kaybına bakılmadan yapılmalıdır ve ne kadar çabuk tamamlanırsa, o kadar iyi olacaktır.” şeklindeki ifadesi bu konuda Churchill’in hırsını ve aceleciliğini açıkça göstermektedir.

Bu harekâtın öncelikli hedefinde, mayınlı alanların gündüz donanmanın yoğun ateşi altında temizlemek ve boğazın en dar kısımlarında ki Türk savunmalarına tüm kuvvetleriyle taarruz edilmesiydi. Aynı zamanda boğaz geçildiği andan itibaren geniş çaplı kara harekâtına da başlanacaktı.

15 Marta gelindiğinde Churchill’in Amiral Carden’e gönderdiği telgrafa Carden aynı günde cevap vermiş ve havalarında müsait olması durumunda 17 Martta Boğaz’a harekâtın yapılacağı şeklindedir. Diğer taftan stres ve ümitsizlik nedeni ile harekâttan bir gün önce sağlığı bozulan Amiral Carden’in yerine Müttefik Donanması’nın emir ve komutası Amiral J. M. De Robeck’e verilmiştir. Churchill, De Robeck’i 17 Martta bu tayin işinden haberdar ederken, yapılacak taarruzun kendisi tarafından da uygun ve mümkün olduğuna dair güvence istemiştir. Amiral de cevabında kendinden emin bir şekilde havanın müsait olması durumunda ertesi gün taarruza başlayacağını bildirmiştir.

Aynı gün 17 Martta Bozcaada’ya gelen Hamilton’un ve Fransız Tümeni komutanı General De Amade’in de katılımıyla Queen Elizabeth’te bir toplantı yapılmıştır. Yeni komutan bu toplantıda savaşın kaderini belirleyecek olan seyyar bataryalara da dikkat çekmiştir. Amiral, istihkamları susturabileceğini ama mayınlı bölgenin temizlenip girildiğinde seyyar bataryaların tehlikeli olacağını belirtmektedir.

Müttefik kuvvetlerinin her türlü hazırlıkları devam ederken Türk tarafı da boş durmamış boğaza yönelik her saldırıdan ders çıkartmıştı. Müstahkem Mevkii Komutanı Cevat Paşa gerekli tedbirleri alma yoluna gitmişti. Bu tedbirler çerçevesinde 26 Şubata kadar 10. mayın hattı da döşenmişti. Savaşın neticesini belirleme konusunda önemli bir rolü olan 11. Mayın hattı ise, Erenköyü Koyu’na döşenecektir. Burası en güçlü tabyamız olan Anadolu Hamidiyesi’nin ölü alanında kaldığı gibi, Erenköy ve Rumeli kıyısında Tenger Deresi kesimindeki obüsler tarafından da ateş altına alınamıyordu. Ayrıca koy, ilk bombardımanlardan itibaren, muharebe gemilerinin manevra yaptıkları bir yer olma özelliğine de sahipti.

Türk savunma sisteminde ki bu eksiklikten yaralanmak isteyecek müttefik donanması bu koya sığınarak Türk topçusundan korunmalarının önlenmesi gerekmekteydi. Bu sebeple Nusret Mayın Gemisi, 7-8 Mart gecesinde sabaha karşı sis ve yağmur yüzünden elverişsiz bir hava nedeniyle donanma gemilerinin Boğaz’da bulunmadıkları sırada, Yüzbaşı Hakkı komutasında 05:00 ile 07:30 arasında 26 adet mayını yüz metre aralıkla, Erenköyü Koyu’na diğerlerinden farklı olarak Boğaz’ın orta hattına dikey değil kıyıya paralel olarak dökmeyi başarmıştır. İngilizlere göre sayısı 20 olan bu mayınların, seferin tâlihi üzerindeki etkisi ölçülemez. Zira bu mayınlar seferin aylarca devam edecek bir kara harekâtına dönüşmesinin başlıca sebebidir.

18 Marttan Önce Müstahkem Mevki komutanlığı 230 topu Boğazın her iki tarafınada yerleştirmiştir. Dardanos, Erenköy, Baykuş ve Tenger civarlarında birçok sahte batarya oluşturulmuştur.

Batarların bu şekilde dizayn edilmesinin yanında kara harekatına karşıda hazırlıklar yapılıyordu.Merkezi Anadolu Yakasında bulunan 9. Tümen Gelibolu birliklerini sağ ve sol müfrezeleri adı altında,Yarbay Mustafa Kemal emrinde bulunan 19. Tümen’de çıkarmaya karşı hazır bulunmaktadır. Bataryaların yerleştirilmesinin yanında, muhtemel bir çıkarmaya karşı da hazırlıklar yapılmıştı. Karargâhı Anadolu Yakası’nda bulunan 9. Tümen’in Gelibolu’daki birlikleri sağ ve sol  Yarımadanın dış sahillerinin savunması ise Esad Paşa komutasındaki 3. Kolordu’nun birlikleri ile 11. Tümen’in göreviydi.

17-18 Mart gecesi Akyarlar ile Kepez Körfezi arasındaki bölgeye müttefik mayın tarama gemileri yeniden mayın taraması yapmış, o gecenin sabahında da bu bölgenin temiz olduğuna dair donanmaya rapor verilmişti. Savaşın kaderini ise bu bölgeye Nusret Mayın Gemisi’nin on gün önce döktüğü, İngiliz resmî tarihinin “Elim bir talihsizlik eseri olan yirmi mayından ibaret keşfedilemeyen bu hat” diye ifade ettiği 26 mayın tayin edecekti.

Harekâtın başlangıcı olarak belirlenen 17 Marttan bir gün önce Amiral Carden’in hastalanması üzerine yerine yardımcısı Amiral De Robeck’in tayini ve yeni bir değerlendirme yapma ihtiyacı, harekâtın 18 Martta başlamasına sebep olmuştur. Harekatta kesin bir sonuç almak isteyen Müttefikler Hava koşullarının iyi olduğu 18 Mart günü saat 11:30 da 1. Hattaki en kuvvetli dört gemi, Queen Elizabeth, Agamemnon, Lord Nelson ve lnflexible Boğaz’ın en dar yerindeki kalelere, 14.000 yardadan biraz fazla bir mesafeden ateş açtıktan birkaç dakika sonra 1. hattın destek gemileri Triumph ve Prince George da bu uzun mesafeden bombardımana katılacaklardı. Plan gereği daha sonra Amiral Guepratte’ın kumanda ettiği Suffren, Bouvet, Charlemagne, Gaulois, Cornvallis ve Canopus adlı Fransız gemilerinden oluşan 2. hat ise 1. hat muharebe gemilerinin arasından geçerek, boğazı daha yakın yerden dövmeye başlayacaktı.

Bu iki genel hattın İngiliz zırhlılarından oluşan ihtiyatı, 3. hattın Vangeance, Irresistible, Albion, Ocean adındaki İngiliz gemileri, bu gemilerin ardından daha sonra Boğaz’a girerek harekâtı bitirecek ve nihayet Boğaz geçilecekti. Müttefikler, hücum için 16 büyük geminin yanında, birçok muhrip ve yardımcı gemiyi de Mondros Limanı’nda hazırlamışlardı.

Deniz Muharebe alanını görmek için 18 Mart sabahı 04:00 civarında Limni Adası’na gelen Hamilton, Mondros Limanı’nda gördüğü manzarayı “Hayatımda o kadar çok savaş gemisi ve yardımcı gemilerin bir arada toplandığını hiç görmemiştim.” diyerek tasvir etmektedir.

Türk tarafı daha etkili bir harekâtı beklemekle birlikte bunun zamanlamasını tahmin edemiyordu. Böyle bir zamanda Başkomutanlık Karargâhı Hava Müşaviri görevinde bulunan Yüzbaşı Serno 17 Martta İstanbul’dan bir torpidobotla Çanakale’ye gelemiştir. Yüzbaşı Serno, Çanakkale’ye yeni gelmiş üç Alman uçağını hazırlayarak denizin berrak havanın da müsait olduğu 18 Mart sabahı hava ışımadan, Bozcaada yönünde keşif uçuşuna çıkmış, muharebe gemilerinin prova düzeninde Boğaz’a doğru harekât etmekte olduğunu, gemilerin Boğaza girmeden saatler öncesi Müstahkem Mevki Komutanlığına bildirmişti. Bu keşif, Türk Boğaz savunmasını 18 Mart sabahı bir baskından kurtarmıştır.

Ağır adımlar yaklaşan müttefik donanması Boğaza giriş yaparak. O derin sessizliğini 11:30 da Triumph zırhlısının ateşi bozmuştu. Artık tarihi gün başlamış ve hiç kimse bu günün sonu tahmin edemiyordu. 1. hat devreye girerek ilk manevrayı yaptı en büyük gemi Qeen Elizabeth, Anadolu Hamidiye tabyasını bombardımana tuttu. Agememnon Rumeli Mecidiye Tabyası’nı, Lord Nelson Namazgâh Tabyası’nı, Inflexible ise Rumeli Hamidiye Tabyası’nı kendine hedef seçmiş ve bütün güçleriyle aralıksız ateş altına almışlardı. 380 milimetrelik gülleler, düştükleri yerlerde derin çukurlar açıyor, toprağın altını üstüne getiriyordu. Gemilerin, tabyaların menzilleri dışında olması, bu ateşe karşılık verilmesine imkân vermiyor, ara sıra tabyalardan askerin şevkini artırmak için ateş açılsa da hedefin çok ötesinde denize düşüp, sadece büyük bir su kütlesini metrelerce havaya kaldırıyordu. Öğleden sonra 1. hat bombardımanı Fransız gemilerinden oluşan 2. hatta bırakılmıştı. Bu zamana kadar Rumeli merkez tabyalarında büyük hasarlar meydana gelmiş, Rumeli Hamidiye Tabyası’nın iki topu, muharebe dışı kalmış, Çimenlik Tabyası’nın cephaneliği vurulmuştu. Anadolu Hamidiye Tabyası’nın kışlası da isabet almıştı.

Maalesef bu savaşta bir denklikten söz etmek mümkün değildi. Bir taraftan 380 milimetrelik toplar ve bitmek tükenmek bilmeyen binlerce cephanesi olan dünyanın en güçlü donanması, diğer tarafta eski model olan ve çapları menzili yetersiz olan bir kara topçusu Bu, donanmayla kara topçuları arasında süren bir muharebe idi. Boğaz’ın yakın çevresinde her yerden ateş ve toz bulutları yükseltmekte, Çanakkale ve Kilitbahir şehirleri, atılan mermiler nedeni ile yanmaktaydı. Devasa topların çıkardığı korkunç sesler, kulak zarının tahammül boyutlarını aşıyordu. Bu toplar 10-12 metre çapında ve 3-4 metre derinliğinde çukurlar açmaktaydı. Özellikle, Queen Elizabeth’in 380 milimetre çapındaki topları Anadolu Hamidiye Tabyası’nı şiddetle ateşe almış, Çanakkale şehri de bundan nasibini almıştı.

18 MARTA DOĞRU BOMBARDIMAN DEVAM EDİYOR

Planlanan Harekat 15 Şubattı fakat deniz uçakları ile mayın arama-tarama gemilerinin hazırlıklarının tamam olmaması nedeniyle harekat bir sonraki tarihe ertelenmiştir. Harekatın bir sonraki başlangıcı olan 19 Şubat saat 07:45’te Mondros Limanı’ndan Amiral Carden komutasındaki donanma harekâta başlarken, saat 07:50’de, Limni Adası’ndan havalanan bir uçak Ertuğrul Bataryası’nın çevresindeki piyade bölüğünü bombalamıştır. Saatlar 09:51’i gösterdiğinde Cornvallis Zırhlısı, Orhaniye Tabyası’nı topa tutmuştu. Bunu saat 10:01’de Truimph Zırhlısı’nın Ertuğrul Tabyası’na, açtığı ateş izlemiştir. Düşman kuvvetlerinin bu saldırısı üzerine Türk tarafı menzil dışında olduğu için düşman kuvvetlerine karşılık verememiştir. Öğleden sonra tekrar başlayan bombardımanda 14:30’da tabyaların kısa mesafeden ezici bir ateş altına tutularak tahrip edilmesi ve Boğaz’ın girişine doğru mayınların temizlenmesi hedeflenmiştir.

Bunun dışında Sedülbahir’i Inflexible Zırhlısı’nın bombardıman altına alması, Fransız Tümeni Amirali Guepratte tabyaları 20 dakika süren bombardımana tabi tutmuş ve tabyaların menziline girmiştir. Bu sırada Amiral, Vengeance ve Cornvallis’in kıyıya yaklaşmalarını emretmiştir. Kumkale ve Seddülbahir Tabyalarını ateş altında tutan bu gemiler daha sonra Orhaniye ve Ertuğrul Tabyaları’nı da ateş altına almışlardır. Tabyaların karşılık veremeyip toz duman altında kalması, Amiral Carden’de buraların yerle bir edildiği intibasını uyandırmış, bunun üzerine “Suffren’e kıyıya daha yaklaşması, Vengeance’ın da, ateş keserek tabyaları gözden geçirmesi” şeklindeki verilen emri, Suffren’in “ateş kes, lnflexible’a yaklaş” şeklinde yanlış anlaması üzerine birleşik filo için büyük bir fırsat kaçırmış, ateş üstünlüğünde olduğu Orhaniye Tabyası’nı bombalamayı bırakıp geri çekilmesi ile neticelenmiştir. Akşam üzeri havanın kararması ve görüş mesafesinin azalması üzerine fazla bir neticenin alınamayacağına kanaat getiren Amiral Carden, 17:20’de donanmaya geri dönüş emri vermiştir .

Gün boyu yedi saati aşkın devam eden bu bombardımanda 1000 üzerinde mermi kullanılmış netice olarak ilk ciddi deniz muharebemiz bu bombardımana kıyasla Türk tarafının verdiği zayiat az olmuştur. Orhaniye ve Seddülbahir Tabyaları’nda, 2’si subay 4 şehit verilmiş, 11 er de yaralanmıştı .

Müttefikler açısından ise harekât askerî bir fiyasko ile sonuçlanmış, arzu edilen gayeye tamamıyla ulaşılamamıştı . Üstün ateş gücüne rağmen giriş tabyalarına az bir hasar verilebilmiştir .

Bir yandan da bu harekatlar devam ederken 19 Şubatta Çanakkale’ye kara gücü gönderilmesi de tekrar gündeme geldi. General Maxwell’e donanmanın, Çanakkale Boğazı’na taarruza hazırlanmış olduğunu, General Birdwood’un emrindeki 30.000 kişilik Anzak kuvvetini 9 Marta doğru, gönderilen nakliye gemilerine -bu gemiler 29. Tümen için hazırlanmıştı- bindirmeye hazır hâle getirmesi konusunda haberdar edilmesini emretmiştir . Çanakkale Taarruzu İngiliz basınında o kadar büyük yer tutmuştu ki Artık ne pahasına olursa olsun olumlu bir neticenin alması gerektiğine inanılıyordu. Bu hem İngilizlerin şeref ve haysiyetleri için önemli hem de balkan devletlerinin bundan sonra ki tavırlarının en büyük belirleyici olması açısından önemli idi. 24 Şubatta toplanan Savaş Konseyi bu fikirde Lloyd George muhalif kalmış, ordunun başka bir yerde kullanılmamasını istemez iken  Churchill, İngiliz halkının Çanakkale’ye başlatılan taarruzun mutlaka başarıya ulaştığını görmek istediğini belirtmiştir . Bu tarihten sonra 18 Marta kadar geçen süreçte müttefik gemileri boğazları bombardımana devam etmişlerdir.

18 Marta kadar dış istihkamların düşürülmesi, Müttefik Donanma’da Boğaz’ın geçilmesi konusunda bir ümit uyandırmış, bu gelişmeler Rusya ve Balkan devletleri üzerinde büyük bir tesir meydana getirmiştir. Romanya ve İtalya’dan İtilâf devletlerine sıcak mesajlar gelmeye başlamış, Bulgaristan ise bu durum karşısında Merkezî devletlerle görüşmelerine son vermiştir. Osmanlı Devleti’nin parçalanmasından pay alamamaktan korkan Rusya, Karadeniz Boğazı girişinde harekâta katılmak üzere, 40.000 mevcutlu bir ordu göndermeyi teklif etmişti . Bunların içinde belki de en önemlisi Venizelos’un Yunan Kralı’nı da ikna ederek 3 Yunan tümenin Çanakkale’ye gönderilmesi teklifidir. Fakat bu teklife Rusya’nın karşı çıkması nedeniyle söz konusu teklif gerçekleşmemiştir. Ayrıca tüm bu harekatın etkileri İstanbul ve çevresinde sosyal iktisadi hayatta kendini göstermiştir. Hatta İstanbul’da bulunan devlet merkezinin başka bir yere taşınması da gündeme gelmiştir. Bombardımanların olduğu dönemde İstanbul’da yaşayan halk arasında heyecana sebep olmuştur. ABD büyük elçisi Hanry Morgenthau bu konuda ‘ sadece halk değil, resmi sınıfları da saran korku ve paniğin emareleri her tarafta belli oluyordu.’ ifadeleri ile hatıralarında yer vermişti . Ayrıca ABD büyükelçisi Türkler şehri terk etmektense tahrip etmeyi planlıyorlar diye beyanatta bulunmuştu .Bunun dışında elçi Morgenhau, herkesin müttefik donanmasının boğazı geçeceğine inandığını buna bir tek Enver Paşanın inanmadığını belirtmekteydi .

Müttefiklerin saldırılarını arttırdığı bombardımanın en şiddetli olduğu günlerde İstanbul’da, Meclis-i Mebusan’da hararetli tartışmalar yaşanmış, meclisin Eskişehir’e taşınması gerektiği fikrine Meclis Başkanı Halil Bey Meclisin taşınması fikrine karşı çıkarak düşmanın boğazları geçemeyeceğini, geçse bile bu durumun Türk milletinin azim ve metanetini arttıracağını savunmuştur .

Liman Von Sanders de ise İstanbul da ki bu taşınma tartışmalarının olduğu günleri şöyle değerlendirmektedir :
“Türk Genel Karargâhı, Şubat sonlarına doğru düşman donanmasının Boğaz’ı geçme ihtimalini dikkate almaya başlamış ve Sultan ile maiyeti, mülkî ve askerî makamlar ve hazine için tedbirler alınmasına girişmişti. Düşman Donanması başarıya ulaşır ve Boğaz’ı geçerse, bütün bunlar Anadolu yakasındaki bazı yerlere taşınacaktı.”

İstanbul’da siyasette bu taşınma tartışmaları son hadde devam ederken halk, İkdam Gazetesi’ne göre normal hayatına devam etmekteydi :
“Burada Kal’a-i Sultânîyye bombardımanının tesirâtı gayet ehemmiyetsizdir. Memleketin ahval-i umûmiyesinde zerre kadar tebeddül yoktur. Herkes işiyle, vazifesiyle, alış verişiyle meşguldür. Dünyada her hadisenin mukaddemâtı şiddetle teheyyücâta mucip olarak sonra yavaş yavaş alışıldığı ve ilk tesir zevale yüz tuttuğu halde, burada bombardımanın ilk günleri de ehemmiyetsiz olarak geçmiştir. Hemen hemen diyebiliriz ki şehrin heyet-i umûmiyesinde, ahâlinin tarz-ı hayat ve maişetinde, hiç bir şeyde zerre kadar tebeddül eseri yoktur. Bu hâl-i fevkalâdenin esbâbı rûhiyesi tahlile sezâ bir mahiyettedir. Milletin gösterdiği bu metânet ve itidale kaygısızlık demek cinayettir. Çünkü kaygısız değil, bilakis vatana şiddet-i merbutiyetimizi nice vesileler ve fırsatlarda faziletkarâne ve ulvi bir tarzda ispata muvaffak olduk.”

Böyle buhranlı günlerde sansür uygulamasını da göz önünde bulundurmak lazım gelir. Hükümetin savaş öncesi aldığı borçlar ve savaşın masrafları savaş henüz tam anlamıyla kendini hissettirmediğinden dolayı hükümet tüm masrafları karşılayabiliyordu. Savaşın asıl etkisi Çanakkale cephesinde binlerce yaralının Sirkeci ve Haydar paşa limanlarına akın akın gelmesiyle hissedilecekti.

TAM YOL ÇANAKKALE

İtilaf devletleri savaş konseyinin kararı üzerine hemen hazırlıklara başladı. Carden’e istediği ihtiyat kuvvetlerin gönderileceği vaat edildi. Buna ek olarak, Fisher’in önerisiyle, Kraliyet Donanması’nın 15 inçlik (38 santimetre) toplara sahip en modern zırhlısı Queen Elizabeth son seyir ve top kalibrasyon denemelerini yapmak üzere gönderilmesi kararı alındı. Churchill harekâtın 15 Şubatta başlayacağını Fransa’ya bildirmiştir. Fransa harekâta, Amiral Carden’in komutası altında Amiral Guepratte’nın komuta ettiği bir filo göndermiştir. Churchill, Rusya’dan da İstanbul Boğazı’na taarruz etmek sureti ile bu harekâta katılması istenmiştir . Ruslar bu talepler karşısında sadece Ege’ye, Askold adında bir hafif kruvazör gönderecektir .

Savaş Konseyi’nin kararı ile birlikte yapılacak harekâtın planıda belirginleşmişti: Karadan bir çıkarma yapılmaksızın Boğaz geçilecek, ardından karaya asker çıkarmak üzere bir kara gücünün de kullanılmasına karar verilmiş olması ve bu yönde hazırlıkların başlamasıdır. Bu karar, büyük riskleri de beraberinde taşıyordu. Taarruz tarihi 19 Şubat 1915 olarak saptanmıştı. Doğrudan Boğaz’a yönelik bir deniz taarruzu için görevlendirilen Carden’in emrinde İnflexible muharebe krovazörü, Agamemnon, Triumph, Vengeance, Albion ve Cornwallis zırhlıları ile Amiral Guepratte komutasında Sufren, Gaulois ve Bouvet zırhlılarından oluşan bir Fransız tümeni ile 4 hafif kruvazör, 16 muhrip, 7 denizaltı, 7’si mevcut, 14’ünün de yolda olduğu 21 mayın arama-tarama gemisi ve bir uçak gemisi vardı. Queen Elizabeth ve Lord Nelson zırhlıları da yolda bulunuyordu . Bu gemiler üzerinde çeşitli çaplarda toplam 187 top yerleştirilmişti.

Bunun dışında 29.tümenin Mondros’a sevk edilmesi, Mısır’da hazırlanan ordunun sevki için hazırlıkların tamamlanması, hayvan nakline mahsus nakliye araçlarının temini, küçük nakil araçları, romörkörlerin tedarik edilmesine karar verildi.
İtilaf devletlerinin tüm bu hazırlıkları yaptığı haberlerinin ulaşması Osmanlı devletininde hazırlıklarını hızlandırmasına neden olmuştur . İlk saldırının yapılacağı 19 Şubata gelindiğinde itilaf bloğunun hazırlıkları tamamlanmıştı, Çanakkale Boğazı’na saldıracak birleşik filo, her biri 3-5’er muharebe gemisinden oluşan 3 Tümen hâlinde tertip edilmişti. 1 ve 2. Tümenler İngiliz gemilerinden 3. Tümen Fransız gemilerinden oluşmaktaydı.

DENİZ SAVAŞLARI

ÇANAKKALE BOĞAZI’NDA SAVAŞ ÖNCESİ YAPILAN HAZIRLIKLAR

Çanakkale muharebesine 25 Ocak’ta karar verilmişti fakat İlk harekat İngiltere’nin Osmanlı Devletine savaş ilan ettiği 3 Kasım 1914’te İngiliz gemileri tarafından boğazın bombalanması ile olmuştu. 3 Kasım sabahı iki İngiliz ve iki Fransız muharebe gemisi, dört kruvazör ve 8 muharipten oluşan filo Kumkale ve Orhaniye Tabyalarını bombalamıştır. Bu bombardıman esnasında Seddülbahir’deki merkez cephanenin ateş alması nedeniyle meydana gelen patlamada 5 subay ile 80 er şehit olmuş, 31 kişi de yaralanmıştı. Boğaza yapılan bu saldırıdan sonra müstahkem mevki komutanı Cevat Paşa boğazda ki savunma tertibatı ile ilgili yeni değişiklikler yapmıştır.

Savaş öncesi Boğazı savunmak için bazı tertibatlar alınmış bulunmaktaydı. Fakat bu tertibatın çoğu 25-30 yıl öncesinin teknolojisini yansıtmakta idi. Burada bulunan toplar kullanım itibari ile yeterli olmamakla ikisi bağımsız, üçü ağır topçu taburunda bulunan toplam 35 batarya bulunuyordu.

Savaş öncesi Alman Ağır Topçu Genel Müfettişi Posseldt ve İstihkam Genel Müfettişi Weber Paşaların Harbiye Nezâreti’ne tavsiyeleri üzerine batarya sayısı 22’ye indirilmiş, personelin de diğer bataryalara nakli sureti ile mevcut personel sıkıntısı giderilmeye çalışılmıştır.

Müstahkem Mevkii Komutanlığı ise, bunun zıttı olarak, 20 Eylül 1914’te hazırladığı raporda, Boğaz girişinin her zaman kolayca ele geçirilip düşürülebileceğini, iç kısımda ise düşmanın kuşatma altında olacağını beyanla hazırlıkların Boğaz içinde yapılmasını rapor etmiştir . Çevrede ki Müstahkem Mevkileri ve ordulardaki ağır topların bir bölümü Çanakkale’ye sevk edilirken, Çanakkale Müstahkem Mevkii deposundaki eski toplar yeniden kullanılmaya başlamıştı. Bunun dışında Mesudiye Zırhlısı’nda olduğu gibi eski savaş gemilerinden sökülen toplar ile seferberlik öncesi Boğaz’ın yeniden tahkimi çerçevesinde 15 Haziran 1914’te alınan karar gereği kadro dışı bırakılan toplardan da tekrar yararlanma yoluna gidilmiştir .

Tüm bunların yanında Boğazın mayınlamasına başlanmış ve mayın hatlarının sayısı artırılmıştır, iki yeni hat eklenmiştir . Boğaz’daki tabyaların düzenlenmesi yanında gece vakti gözlem ve isabetli atışların temini için ışıldaklar da yerleştirilmiştir . Boğaz’a mayınlar ve ışıldaklar döşenirken bir taraftan da denizaltıların geçmesine mani olmak üzere 5 Şubat 1915’te Boğaz’ın güney kesimindeki son mayın hattının ardına belli noktalarda şamandıralar arasına balıkçı ağları gerilmiştir.