Alçıtepe Köyü; Gelibolu Yarımadası Çanakkale ili Eceabat ilçesi sınırlarında kalan Alçıtepe Köyü aynı zamanda büyük bir mola merkezidir.
Alçıtepe Köyü
Kilitbahir ve seddülbahir’in aksine, tarımsal karakterini koruyan Alçıtepe köyünün bugün 1,640 hektarlık tarımsal arazisi vardır. Buğday, arpa, ayçiçeği, susam, pamuk en önemli ürünlerdir. Zeytinliklerin yanısıra hepsi 1,200 baş kadar olan keçi, koyun ve inek de yetiştirilmektedir. Köy, iki adet zeytinyağı presi ile bir zeytin işleme merkezine sahiptir. Bunlardan biri, 182 üyeli bir kooperatif, diğeri ise bir baba-oğul tarafından işletilmektedir. Köylüler turizmin yerel ekonomiye olası katkılarının bilincindedirler ve Park İdaresi’ni ve hedeflerini destekler görünmektedirler. Alçıtepeli bakkal Salim’in kendi özel girişim ve çabaları ile oluşturulmuş olan bir müzede Yarımada’dan toplanmış ya da özel olarak bağışlanmış 1915 muharebelerine ait buluntular, belgeler vb sergilenmektedir.
Seddülbahir’in kuzeydoğusunda 1915 muharebelerinde Türk topçu mevzileri ile Seddülbahir –Alçıtepe cephesi karargahının bulunduğu Alçıtepe tepesinin eteklerinde kurulu olan Alçıtepe köyü, bombardımanlar sonucu tamamen tahrip olmuştur. Köy, İngiliz ve Fransız kuvvetlerinin çıkarma yaptıkları ve muharebeler sonuna kadar da konumlarını korudukları cepheye oldukça yakındır. Bu nedenle, muharebelerin başında Türk kuvvetleri tarafından hiç kullanılmazken, sonraları yavaş yavaş kullanılmaya başlanmıştır. TMP UDGP, Alçıtepe’de bir “bakı noktası” ile Alçıtepe köyünün kuzeydindeki tasnif dışı bıraklmış askeri alanda, “1915 Kara Muharebeleri Güney Cephesi (Seddülbahir-Alçıtepe)”ni ziyaretçilere sunabilmek amacıyla bir ikinci “TMP Tanıtım Merkezi” kurulmasını öngörmektedir. Bunlar gerçekleştiğinde, köyün turizm ve pansiyonculuk gelirleri önemli oranda artabilecektir.
1915’te tümüyle yıkılan Kirte köyü, geri dönen köylüler ve 1934’te Romanya ve Bulgaristan’dan gelen Türk kökenli göçmelerce yeniden inşa edilmiştir. Evler, basit yapılı, çoğunlukla tek katlı, moloz taş malzemeli ve yüksek kiremit çatılıdır. Köy, TMP içinde ızgara planı sergileyen tek yerleşmedir. Diğerlerinden daha geniş iki ana sokak birbirini keser ve köy merkezini tanımlar. Köyün birkaç dükkan ve kahvehanesi ana sokaklarla irtibatlıdır. Ana sokakların kesiştiği yerden bir blok ötede yeralan, kiremit çatılı cami önünde geniş bir açık alana vardır. Tamamen yeniden inşa edilmesine rağmen, Alçıtepe, ızgara planı ve basit, iyi oranlanmış evleri; geniş, iyi tanımlı arka bahçeleriyle etkileyicidir.
Anzac Koyu ve Tören Alanı; Anzak birliklerinin çıkarma yapıp savaş boyu kaldıkları ve her yıl Anzak Günü‘nü kutladıkları koydur.
Anzak Koyu
Anzak Koyu, Türkiye’de, Gelibolu Yarımadası’nda küçük bir koy. Anzakların Çanakkale Savaşısırasında bu koya çıkarma yapmalarıyla ünlenmiştir. 600 metre uzunluğudaki koy, kuzeyden Arıburnutepeleriyle çevrilidir. Yapılan çıkarmadan sonra, plaj Anzaklariçin ana üs konumuna gelmiştir. 25 Nisan 1985’teki Anzak Günü’nde, Türkiye hükümeti Anzak Koyu ismini resmen kabul etti.
Mehmetçiğe Saygı Anıtı olarak da bilinen, savaş esnasında yaşanmış bir kahramanlık öyküsünün kompozisyonu olan anıtheykel.
Anıt Heykel
Fotoğraflarda görüldüğü üzere anıt heykelimiz bir kompozisyondur. Heykeldebir askerin kollarında başka bir yaralı askeri taşıdığı resmedilmiştir. Heykelin detayı ele alındığında; taşıyanın üniformasının Türk Askeriolduğu, taşıdığı yaralı askerin ise bir Anzak subayıüniformasına sahip olduğu görülmektedir. Heykelin yapım tarihi ve kimin tarafından yapıldığı tam olarak bilinmemekle birlikte 1995 yılında mevcut konumuna getirildiği bilinmektedir.
“Mehmetciğe saygı anıtı Heykeltraş Prof. Tankut Öktem tarafından 1997 yılında yapılmıştır. Kaynak:Tankutoktem.com”
Anıt Yazıtı
Anıtheykelin ön kısmında Çanakkale savaşı esnasında heykelin bulunduğu bölgede subay olarak görev yapan, daha sonra Avustralya Genel Valiliğine kadar yükselen Lord Casey’nin sözleri yer almaktadır. Avustralya özerk bir devlet statüsüne sahiptir. İç işlerinde bağımsız, dış işlerinde ise İngiltere’ye bağlıdır. Bu nedenle de başkanlık sistemi yoktur ve genel valilik ile İngiltere’ye bağlıdır. Anıttayazan sözler aynen şöyledir.
“Biz Çanakkaleyarımadasından Türklerle savaşarak ve binlerce insanımızı kaybederek Kahraman Türk milletine ve onun eşsiz vatan sevgisine duyduğumuz büyük takdir ve hayranlıkla ayrıldık. Bütün Avustralyalılar Mehmetçiğikendi evlatları gibi sever onun mertliği, vatan ve insan sevgisi siperlerdeki dayanılmaz heybeti ve cesareti bütün Anzakları hayran bırakan yurt sevgisi insanlığın örnek alacağı büyük hasletlerdir. Mehmetçiğeminnet ve saygılarımla.”
Kanlı Sırt ve Avustralya Anıtı; Lone Pine olarak bilinen bölgede Avustralya Anıtı ve Anzak Mezarlığı bulunmaktadır.
Kanlı Sırt Avustralya Anıtı
Kabatepe’den Conkbayırı istikametine doğru çıkıldığında Mehmetçiğe Saygı Anıtından sonra Kanlısırt‘ta karşımıza çıkan mezarlık aynı zamanda Avustralya ve Yeni Zelanda ortak anıtı olup Avustralyalıların ana mezarlığı olarak bilinmektedir. Çanakkale’de savaşan ve mezarları bilinmeyen 3268 Avustralyalı, 456 Yeni Zelandalı, ölümcül yaralanmalar ve hastalıklar sonucu yarımadadan gönderilen ve hayatlarını kaybettikten sonra denize defnedilen 960 Avustralyalı ve 252 Yeni Zelandalı anısına yapılmıştır.
Mezarlığa defnedilen askerlerin çoğunluğunu Avustralyalılar oluşturmaktadır. Gerçekte burada yatan ve kimliği belli 668, kimliği belli olmayan 499 olmak üzere toplam 1167 kişi bulunmaktadır. Mezarı bilinmeyip de burada anılan 4936 ve burada yatan 1167 askeri düşünürsek mezarlık tam olarak 6103 kişinin anısına yapılmıştır. Ayrıca bu mezarlıkta savaşa katılan az sayıda Amerikalıdan birinin de mezarı bulunmaktadır.
25 Nisan 1915 günü Lone Pine Anıtı‘nın bulunduğu mevkide ‘tek bir cüce çam ağacı’ vardı. O çam ağacı, bir kaç gün içinde havaya uçmasına rağmen, bu mevkiye ‘Lone Pine’ (Yalnız Çam) adını vermişti. Bir kaç ay içinde Kanlısırt, Avustralya milli tarihinde Gelibolu seferinin en kanlı ve zorlu muharebesinin – Kanlısırt Muharebesi’nin – yapıldığı yer olarak yerini almıştı.
6–7 Ağustos gecesi Anzak cephesinden -Kocaçimentepe’nin yüksek tepelerini zapt etmek için- yapılacak esas harekât Yeni Zelanda ve Avustralya tümeni ile bunlara eklenen diğer birliklerle yapılacaktı. 1. Avustralya tümeni de Türklerin Anzak cephesinin güneyindeki kuvvetlerinin kuzeye gönderilmesini engelleyerek Lone Pine‘nın bulunduğu 400 rakımlı plato üzerinde taarruz serileri açıp kuzeydeki arkadaşlarına yardım etmiş olacaktı. 6 Ağustosta bu bölge düşer iken çok fazla şehit verdiğimizden dolayı bizler Kanlı Sırt olarak adlandırmaktayız.
Kırmızı Sırt Tünel ve Siperler; Kırmızı Sırt adı verilen bölgede yer alan savaştan kalma orjinal siper ve tünellerin bulunduğu savaş alanıdır.
Kırmızı Sırt Tünel ve Siperler
Burası aynı zamanda, mayıs sonunda başlayan lağım muharebelerinin de çetin geçtiği bir mekân. Bölgenin bir özelliği de, 19 Mayıs’taki saldırıda yüzlerce Türk askerinin burada şehit düşmüş olması. Kötü planlanan, kötü uygulanan ve sonuçta 3000 civarında Türk askerinin şehit olmasına yol açan saldırı, aynı zamanda Kırmızısırt‘a da adını vermiştir. Bu tarihten 5 gün sonra taraflar arasında dokuz saatlik bir ateşkes ilan edilmiş bu süre zarfında bir araya gelen Türk ve Avustralyalı askerler, şehit olanları açtıkları toplu mezarlara gömmüşlerdir. Bu olayla birlikte, özellikle Türk ve Avustralyalı askerler arasında başlayan “centilmen düşman” ilişkisi savaş sonuna kadar sürmüş, günümüze kadar taşınmıştır.
57. Alay Şehitliği; Kabatepe-Conkbayırı yolu üzerinde Kırmızı Sırt’ı geçtikten sonra, Kılıç Bayırı’nın güneyinde, Bomba Sırtı’nın kuzeyinde yer alan şehitliktir.
57. Alay Şehitliği
Yabancılar burada yaşanan olaylar nedeniyle bölgeye Chess Board yani satranç tahtası adını vermişlerdir. Bölgede ilk olarak Cumhuriyet döneminde bir şehitlik yapılmıştır. Ancak hangi tarihte ve kimin tarafından yapıldığı bilinmemektedir. Mevcut şehitlik yerine, 1992 yılında mimar Nejat Dinçel tarafından tasarlanan sembolik şehitlik inşa edilmiştir. Sembolik olmasının sebebi ise savaş esnasında şehitlerimizin dere yataklarına toplu olarak defnedilmiş olmasıdır.
Bunlardan 3 tanesi günümüzde ziyarete açılmış olmakla birlikte isimleri; Çatal Dere Şehitliği, Karayörük Dere Şehitliği ve 57. Alay Şehitliği’nin hemen yanındaki Kesik Dere Şehitliğidir. Yarbay Hüseyin Avni Bey’in kabri ise Çatal Dere Vadisi içerisindeki Çatal Dere Şehitliğindedir. Şehitliğin inşası esnasında yan yana iki iskelet bulunmuştur. Yanlarında bulunan künyelerden, birinin 57. Alay, 6. Bölük Komutanı Üsteğmen Mustafa Asım Bey’e diğerinin de Yüzbaşı Woister’e ait olduğu tespit edilmiştir. Bu iskeletler şehitliğin kuzey ucunda bulunan anıtın hemen ön kısmına, ilk bulundukları yere gömülmüştür. 25 Temmuz 1994’te bölgedeki yangında hasar görmüş ve Kasım 1994’te restore edilerek tekrar ziyarete açılmıştır. Opet’in Tarihe Saygı Projesi kapsamında 2011 yılında yeni bir mimari proje hazırlanmış ve uygulanmıştır. Yeni mimari yapısı bir öncekine göre değişiklik göstermekle birlikte en önemli iki değişimden birisi hemen girişinde sol tarafa 10 Eylül 1994’te 108 yaşında vefat eden son Çanakkale gazisi Hüseyin Kaçmaz’ın bronz heykeli ilave edilmiş ve Mustafa Asım Bey ile Yüzbaşı Woister’e ait kabirler kaldırılarak başka bir yere defnedilmiştir.
Mehmetçik Parkı Kitabeleri, Conkbayırı üzerindeki yolun batısında, 261 Rakımlı Tepe’nin kuzeyinde yer almaktadır.
Mehmetçik Parkı
Anıt, gökyüzüne Tanrı’ya çevrilmiş bir elin parmaklarını sembolize etmekte olan beş adet kitabeden oluşmaktadır. Bu şekilde tasarlanmış olan Conkbayırı Mehmetçik Parkı Kitabeleri, bu bölgedeki muharebeler sırasında çarpışırken vatan uğrunda şehit düşen askerlerimize adanmıştır.
Anıtın bütününü oluşturan kitabeler üzerinde yer alan ifadeler, kitabelerin okunuş sırasına göre şöyledir:
1 No’lu Kitabe
“19. Piyade Tümen Komutanı Kur. Yarbay Mustafa Kemal Atatürk, 25 Nisan 1915 günü düşmanın Arıburun’a çıkarma yaptığını öğrenince kendi inisiyatifi ile 57. Piyade Alayı’nı bölgeye sevketmiş, bu arada kıyı örtmesi yapan, cephanesi bitmiş çok az sayıdaki ere yaptırdığı süngü hücumu ile kazanılan zaman içinde yetişen alaya mevzi aldırarak, düşmanı Conkbayırı’na ulaşmadan durdurmayı başarmıştır.”
2 No’lu Kitabe
“Mustafa Kemal Atatürk 25 Nisan 1915 sabahı Conkbayırı’na doğru ilerleyen düşmana karşı 57. Piyade Alayı ile taarruza başlarken; “Ben size taarruzu emretmiyorum, ölmeyi emrediyorum, biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler gelir, başka komutanlar hâkim olabilir” emrini vermiştir. Bu çoşku ile şahlanan Mehmetçikler donanmanın yoğun ve şiddetli ateşi altında yılmadan sürdürdükleri taarruzları ile düşmanı Cesaret Tepe’ye kadar geri atmışlardır.”
3 No’lu Kitabe
“Arıburun’daki düşman kuvvetleri, aldıkları takviyeler ile daha da güçlenmiş olarak 6 Ağustos 1915 günü Conkbayırı’na doğru yeniden taarruza başlamışlardır. Gece gündüz aralıksız devam eden kanlı muharebeler sonunda iki taraf da ağır kayıplar vermiş ve Türk askeri, düşmanı 9 Ağustos 1915 akşamı Conkbayırı tepeler hattına 25 m. mesafede durdurmayı başarmıştır.”
4 No’lu Kitabe
“10 Ağustos 1915 sabahı Türk karşı taarruzu, siperler yakın olduğundan süngü hücumu ile başlamıştır. Düşman donanma topçusunun yoğun ateşi altında cehennemi bir hal alan Conkbayırı’ndaki muharebeler sırasında gözetleme yerinden bir an bile ayrılmayan Anafartalar Grup Komutanı Albay Mustafa Kemal’in bir şarapnel misketi ile parçalanan cep saati hayatını kurtarmış ve düşman bu taarruz sonunda Ağıl Deresi’ne kadar geri atılmıştır.”5 No’lu Kitabe
“Düşman kuvvetlerinin, Gelibolu Yarımadası’nın en önemli bölgesi ve doruk noktası olan Conkbayırı’nı ele geçirerek Türk kuvvetlerini ikiye bölmek ve Çanakkale Boğazı’nı ele geçirmek amacı ile giriştikleri devamlı saldırıları kahraman Türk askerlerinin büyük cesaret ve gayretle yaptığı savunma karşısında başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu bölgede cereyan eden muharebelerde; Türk ordusu 9 bin 200 şehit, düşman 12 bin kayıp vermiştir.”
1970 yılında yapılan yarışmayı kazanan mimar Ahmet Gülgönen tarafından tasarlanmış olan kitabeler, 14 Kasım 1980 tarihinde Kültür Bakanlığı tarafından korunması gereken kültürel varlık olarak tescil edilmiştir.
Anzak Tümeni sağ kol görev kuvvetinin Conk BayırıOsmanlı mevzilerine karşı giriştikleri taarruzlar ve Osmanlı kuvvetlerinin karşı taarruzları Conk Bayırı Muharebeleri olarak bilinir.
Türk Siperleri
Çanakkale Savaşı esnasında askerlerimizin savaştığı Conk Bayırı mevkindeki siperlerimiz. Çanakkale savaşlarının kilit noktalarından biri Conkbayırı ve kilit isimlerinden biri de şüphesiz Mustafa Kemal Atatürk’tür. Atatürk’ün Türk Milletinin nazarında ilk kez tanındığı ve millete bağışlandığı yer Conkbayırıdır.
Yeni Zelanda Anıtı
Conkbayırı, Çanakkale savaşlarında en önemli hedeflerden birisidir. 6–10 Ağustos tarihleri arasında yapılan Sarı bayır savaşlarında Yeni Zelandalılar Conkbayırının en uç noktasını ele geçirmeye çalıştılar ancak Mustafa Kemal ‘in başında bulunduğu güçlü savunma karşısında başarısızlığa uğradılar. Bu anıt, Conkbayırın da hayatlarını kaybeden Yeni Zelandalı askerin anısına yaptırılmıştır. Conk Bayırı Mevkinde 1923 yılında yapılan, 8 Ağustos muharebelerinde ölen Yeni Zelanda askerlerinin anısına yapılan anıt.
Atatürk’ün Saatinden Vurulduğu Yer
Çanakkale Conkbayırı Mevkinde savaş esnasında Atatürk’ün saatinden vurulduğu ve saatin parçalanarak hayatta kaldığı yerdir.
Anafartalar Grup Komutanı Albay Mustafa Kemal 10 Ağustos 1915 günü Saat 04.30′da Conkbayırı’nda kırbacı ile taarruz emri verdikten kısa bir süre sonra harekatı tepe üzerine izlerken bir şarapnel parçası göğsünün sağ tarafına isabet eder.
Şans eseri parçalanan cep saati sayesinde mutlak bir ölümden kurtulur. Allah bu kahraman vatan evladını Türk Milleti’ne bağışlar Parçalanan cep saatini o günün anısına Liman Von Sanders’e verir. Liman Von Sandres kendi aile armasını taşıyan saatini Mustafa Kemal’e hatıra olarak verir. Conkbayırı’nda Zafer Anıtı’nın önünde 4 mermer top güllesi ile işaretlenen yer Atatürk’ün saatinin parçalandığı yerdir.
Atatürk’ün Gözetleme Yeri
Çanakkale Savaşı esnasında kara muharebeleri yaşanırken, Albay Mustafa Kemal ATATÜRK Anafartalar Gurup Komutanı iken bölgedeki savaşı buradan izlemiştir. Burayı seçmesinin temel nedeni bölgeye çok hakim bir konumda olmasıdır.
Conk Bayırı Atatürk Anıtı
Anafartalar Grup Komutanı Albay Mustafa Kemal 10 Ağustos 1915 günü Saat 04.30′da Conkbayırı’nda kırbacı ile taarruz emri verdikten sonra savaşın seyrini değiştirir. O günün ve muhteşem zaferin anısına Conkbayırı’na elinde kırbacı ile Atatürk Anıt Heykeli yapılır.
Üsteğmen Nazif Çakmak Şehitliği
9.Tümene bağlı 64.Piyade Alayında bölük komutanıydı.8 Ağustosta saldırıya geçen Yeni Zellanda kuvvetlerine karşı Conk Bayırı Zirvesini savunurken Üsteğmen Nazif Çakmak şehit düştü. Mareşal Fevzi Çakmak’ın küçük kardeşidir.
Sancak tepenin güneyinde bulunan Kemal yeri kitabesi; Mustafa Kemal’in Karargah olarak kullandığı yerlerden biridir.
Kemalyeri
Kitabede Mustafa Kemal’in 3 Mayıs 1915’te verdiği meşur emrin bir bölümü yer almaktadır.
“Benimle beraber burada muharebe eden askerler kesinle bilmelidirler ki bize verilen namus görevini eksiksiz yapmak için bir adım geri gitmek yoktur. Uyku,dinlenme aramanın,bu dinlenmeden yalnız bizim değil,bütün milletimizin sonsuza kadar yoksun kalmasına neden olacağından hepinize hatırlatırım”.
Gelibolu Yarımadası’ndaki ilk Anzak Bölgesi’ne giden arka yol, Büyük Anafarta köyüne doğru kuzeye gider. Bu yolun üzerinde, küçük bir köy olan Bigalı bulunur.
Bigalı Köyü Atatürk Evi
Türkiye’nin bir çok yerinde olduğu gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı olan Mustafa Kemal Atatürk’ün bir büstünün yanında konuşulur. Fakat Bigalı’nın Atatürk ile olan bağı, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra kazandığı milli önemden daha güçlüdür.
Meydanın sol tarafında uzun ve engebeli bir sokak vardır ve bu sokaktaki 126 numaralı ev, bu bölgedeki en önemli evdir. Osmanlı Ordu’sunun 19. Tümeni’nin komutanı, Albay Mustafa Kemal, 25 Nisan 1915 günü işte burada kalıyordu. O günün erken vakitlerinde, İngilizlerin (Avustralyalıların) yarımadanın diğer tarafındaki Arıburnu’na çıkarma yaptıkları haberi geldi. O anda, Mustafa Kemal’in komutası altındaki alaylardan biri olan 57. Alay, Conkbayırı yakınlarında yapılacak tatbikata gitmek üzere toplanmıştı. Çıkarmanın önemini ve bir şaşırtmaca olmadığını sezen Mustafa Kemal, elinde haritasıyla alayın başında hemen hareket etti. Mustafa Kemal’in subaylarından biri olan Zeki Bey, daha sonra şunları söyledi: “Mustafa Kemal Arıburnu’nun nerede olduğunu bilmiyordu; o zaman elimizde olan küçük haritalarda Arıburnu’nun adı bile geçmiyordu.”
Mustafa Kemal kaderine doğru ilerliyordu. O, 34 yaşındaydı ve 1915 yılından önce, Türkiye’nin parlayan politik liderleri “Jön Türkler” tarafından kızağa çekilmişti. Gelibolu seferi, Mustafa Kemal’i, oradaki en meşhur komutan yapabilirdi. O, gelecekteki savaş ve devrim dolu yıllarda, Türkiye’nin 20. yüzyıldaki en büyük lideri olarak ortaya çıkacaktı. Onun Bigalı’da kaldığı ev, ‘Atatürk Evi’, müze haline getirildi. Bigalı, harita üzerindeki bir nokta olabilir ancak, Albay Mustafa Kemal, 25 Nisan 1915 günü Anzaklarla savaşmak üzere, askerleriyle harita üzerindeki işte bu noktadan hareket etti.
Bugünkü Eceabat ilçesinin sınırları içinde, Balkanlar’dan gelen kavimlerin bir kolu olan Traklar’ın kurduğu pek çok eski yerleşim merkezi vardır. İlçe merkezi Maydos (Madytos), Sestos (Akbaş), Kynossema (Kilitbahir), İdaion (Bigalı kalesi) Traklarca kurulan önemli yerleşim merkezleridir. İlçe merkezi olan Maydos Traklar’ın yanı sıra Milet, Faço ve Midilli göçmenlerinin de yerleştikleri sanılmaktadır. Bölge M.Ö II. yy.’da İran egemenliğindeyken, V. yy’da Pers savaşları’na tanık oldu. Tarihçi Strabon’a göre, kenti ilk kez Lesboslular (Midilliler) kurdu. Sırasıyla Persler’in Atinalılar’ın Spartalılar’ın Romalılar’ın Latinler’in yönetiminde kalan Eceabat, 1354’te Orhan Gazi’nin oğlu Süleyman Bey’in Rumeli’deki fetihleri sırasında Osmanlı topraklarına katıldı. Ece Bey‘in önderliğinde fethedilen bölgeye Süleyman Bey tarafından Eceabat (Ece’nin imar ettiği, Ece’nin kurduğu) adı verilmiştir. Anıtsal Osmanlı kaleleriyle ünlüdür.
Eceabat İlçesi
Antik isimler Dardanos ve Troia olan Kale-i Sultaniye’nin ilk ahalisi Anadolu‘dur. Antik adı Abidos ve Eceabat’ın keza M.Ö. 1200’lerde Yunanistan’da oturan ve oraya da Asya’dan gelen Akalar ve onlara karışan Helenler ilk önceden başta Çanakkale ve Eceabat’a yerleşen Asyalı halkların birbirine karışmasından meydana gelen kavimlerdir.
Yörenin kültür yapısını etkileyen kavimler ise; Luwiler, Troialılar, Dardaniler, Leleğler, Törkiler, Frikler, Hititler, Trakyalılar, Lidyalılar, Akalar, İranlılar, Helenler, Roma ve Bizans ile Oğuz Türkmenleri olmuştur. Roma ve Bizans etkili olmuşsa da; Malazgirt Zaferi’nden sonra bunun yerini Türk-İslam kültürü almaya başlamıştır.
Bakır ve taş çağının kapsadığı M.Ö. 6000-2500 arasında Troia kenti kurulmuştur. Keza Dardanel, ileriki yılların durumunu bilemiyoruz. Yalnız Bayramiç Tonkırlı Köyü kuzeyindeki İkizce Tepe ile Hacıbekirler Köyü Kocadağ ve Çan ilçesi ile Yenice ilçesi arasındaki Çalkale üzerindeki yerleşim yerleri M.Ö. 5000-6000 tarihleri dolaylarında olduğunu anlayabiliriz.
Hititler’de aynı dönemde ortaya çıkan Kuzey Anadolu halklarından; Gaskalar ve Palalar’ın Çanakkale yöresine geldiklerine dair bir belge bulunamamıştır. Ancak Ninovalı, Asurlu ve Fenikeli tüccarların ünlü kent Troia sakinleri ile alışveriş yapabileceklerini ve dolayısıyla Çanakkale yörelerine gelmiş olabileceklerini gözardı edemeyiz. Ticari ve ekonomik alışveriş için gelip gittiklerine muhakkak gözüyle bakılabilir.
Troia II. Döneminde Anadolu’da yaşadıkları bilinen Proto-Hattiler’in bıraktıkları eserlerle Troia I nispetle çok ileri olan II. Kültür eserleri arasındaki yakın benzerlik her iki kültürü kuranların aynı soydan oldukları akla gelir. Bu itibarla Troia II’den itibaren, Anadolu’nun Çanakkale‘den Kilikya’ya kadar uzanan bölgelerine yayılan insanların Orta Anadolu’daki Proto-Hattiler’le aynı soydan olabileceklerini düşünebiliriz. O zaman bu iki ayrı kolun temelde aynı kökten oldukları kuvvetle muhtemeldir. Elhasıl Homoros Troialılar’dan komşuları dile söz ettiği Plasglar da bu yörede yaşıyorlardı.
M.Ö. 1400’lerden itibaren ise Akalar yavaş yavaş Girit krallarının nüfus ve hakimiyetinden kurtulmaya ve kendi hesaplarına Anadolu kıyılarında koloniler kurmaya başlamışlardır. Belki de bu koloniler Troialılar’a bağlı idi. Hem de Troialılar’la tanışmaya başlamış olabilecekleri de akla geliyor. Yani bu tür yakınlıkları olmalıdır. Akalılar’ın ellerinde bulundurmaya başladıkları kıyılar; Biga Yarımadası’nın güneyinden İzmir çevresine kadar uzanan sonraları Eolya/Bayramiç-Çan-Ezine yöreleri idi. İzmir‘den Büyük Menderes’e kadar olan kısma da İyonya adı verilmişti. Yenice’nin güneyinden Bergama ve Menemen sahalarını kapsıyordu. Sonraları Kıbrıs ve Suriye sahillerine kadar olan bölgelerini de tehdit etmeye başladılar. Bunlar Akalar’ın savaştan önce Çanakkale Boğazı çevresinden İzmir’e kadar olan batı Anadolu’yu istilaya başladıklarını teyit eden en eski bilgilerdir.
Ancak başta 6. Troia kenti olmak üzere içerlerdeki kasabalar yerli prensler tarafından idare ediliyordu. Akalılar içerlere sokulamıyorlar ve genel olarak da Büyük Hatti Krallığı’nın hakimiyeti altında bulunuyorlardı.
Frigler’in Hatti Krallığı’nı yıkmaya çalışmaları ve Akalılar’ın 6. Troia’yı yıkmaları ve Çanakkale yöresine hakim olmaları ve böylece M.Ö. 4000-3000 dolaylarında Asya’dan Yunanistan’a gelen Akalılar Troia’yı almalarından sonra Çanakkale İzmir’e kadar geniş bir saha içinde yayılıp bir Aka medeniyeti meydana getirmişlerdir.
Troia ve çevresinde Troialılar, Peonilar, Dardaniler, Traklar, Frikler, Lelegler, Törkiler, Likiler, Klikler adlarında çok çeşit insan grupları gelmiş ve kalmışlardır. Bu insanların Çanakkale yöresinde kurdukları şehirler: Ön Asya içlerinden gelen büyük ticaret yollarının sonlarında bulunuyorlardı. Bazıları iskele şehri idi. Sayıları 30 kadar vardı. Abidos, Sestos, Perion, Pigas, Lapseki, Asos, Troia ve Dardanos gibi. İşte Aka kültürüyle İç Anadolu kültürünün karışıp meydana getirdikleri kültüre Eolya ve İonya kültürü denmektedir. Yunan medeniyetinin kaynağı bu kültürdür. M.Ö. eski kültürde ve M.S. Ortaçağ’da olduğu gibi gene o da Asya kökenlidir.
M.Ö. 1184 dolaylarında 7. yüzyıla kadar karışık bir dönem yaşayan Çanakkale yöresi M.Ö. 787’de Lidya Kralı Figes zamanında onun egemenliğine girmiştir. Yani 6. Troia yıkıldı ve akabinde Hatti devleti de yıkıldı. Böylece Çanakkale yöresinde uzun yıllar süren bir karanlık döneme girilmiş oluyordu. Lidyalılar’ın yöreye el koymaları ile kargaşalık bitip bölge sükunete ermiş oluyordu. Lidyalılar’ın başkenti Tre idi.Sonra Sard oldu. Şimdiki Salihli ilçesinde.
Menderes ve Gediz Irmaklarının vadileri Lidya’nın merkez alanını teşkil ediyordu. Büyük Hatti devleti de bu çerçeve içinde olmalı idi. Şimdi o bölgenin içinde bulunan kasabalar; Çanakkale, Biga, Çan, Yenice, Balya, İvrindi, Balıkesir, Sındırgı, Manisa ve dolayları, Menemen, Bergama, Edremit, Tire, Foça, Ezine, Asos ve Ayvacık yörelerini kapsıyordu. Kral Figas vaktiyle Frikyalılar’ın kestiği Adalar Denizi sahilleriyle Kızılırmak ötesindeki ülkeleri birbirine bağlayan ticaret yolunu açtı ve Efes‘ten başlayarak Sard üzerinden doğuya giden ve Kral Yolu denilen bu ticaret yolu üzerinde emniyetli konak yerleri kurmuştur. İlk kervansaraylar Mısırlılar’la Sinoplular arasında münasebet tesis ettiler. O zaman eski dünyanın en mühim ticaret merkezi ve zengin ülkesi Lidya idi.
Lidyalı Kral Gigas’ın bu kadar emek verdiği muvazeneli ve çalışkan siyaseti, İranlılar’ın bir kasırga gibi Anadolu’yu sarması karşısında yıkılıp gitmiştir. Lidyalılar İranlılar’la yaptıkları ilk savaşta yenildiler ve sonra kendilerini toparladılar ve ikinci bir savaştan sonra ise anlaşma yaptılar ve sınırlarını belirlediler. Bundan sonra Kral Aliyad, Batı Anadolu’yu eskisinden daha büyük bir refaha kavuşturdu. Başkent Sard, Anadolu’nin ilim ve kültür merkezi haline geldi. Aliyad’dan sonra kral olan Krezüs zamanı Lidya’nın en parlak dönemi sayılır. Troia dahil bütün Eolya-İyonya kasabaları yine Lidya Krallığına tabi olurlar. Ancak Lidya Krallığı sosyal ve kültür devleti idi. Yani Lidyalılar ilim ve sanata ağırlık veriyorlardı. Manisa dolaylarındaki eserleri bunun hala ispatı sayılabilir. Bunun yanında savaşacak ordusu zayıftı. Yani düzenli bir orduya sahip olduğu söylenemez. Bunun farkına varan İranlılar Lidya’ya tekrar saldırdılar. Kral Karazzüs esir edildi ve başkent Sard düştü. Böylece Lidya Devleti çöktü. Bütün Anadolu ve Çanakkale yöreleri dahil İranlılar’ın eline geçmiş oldu. Fakat burada gerçek olan şu ki; İran istilası ile Anadolu siyasi üstünlüğünü kaybetmiş olsa da, kültür bakımından üstünlüğünü kaybetmemiştir. Bu işgal askeri bir işgal idi. Kültürel olarak bir etki meydana getirmemiştir.
M.Ö. 546 ve 547 dolaylarında başlayan İran istilası Lidya Krallığı’nın uç noktalarından biri olan Çanakkale dolayları hakimiyeti M.Ö. 513-500 tarihleridir. M.Ö. 479’larda ise Tras arazisinden çıkarılmaya başlamışlardır. Yani Atina önderliğinde başlatılan İranlılar’a karşı Batı Anadolu ayaklanmaları müspet olarak gelişmiştir. Bu arada ise Atinalılar İranlılar’la mücadeleyi bırakıp Ispartalılarla savaşa başlarlar. Hatta M.Ö. 425’de Erenköy’ün 2 km batısında Rhoiteion kentini ele geçirirler. Bu savaşlar Eceabat yörelerinde 18 yıl sürer. Sonra Atinalıların savaşı bırakması ile son bulmuştur. Bundan sonra ise İran ve Isparta savaşları başlar ve sonucunda Atina da bağımsız devlet olur. İran-Isparta savaşı devam etmektedir. Atina ise gizli gizli İranlılara yardım etmektedir. Ne var ki; her iki taraf savaştan bıkıp usanmış ve yüz binlerce kayıp vermişlerdi. Bu itibarla İranlılar M.Ö. 389-386 tarihlerinde bütün Batı Anadolu Helen kentlerinin temsilcileri Sardas’ta toplandı. Görüşmeler yapıldı ve İranlılar hepsine bağımsızlık verdi. Fakat bu arada Helenler kendi aralarında yine savaş başlattılar. İranlılar ise özellikle Atina ve Isparta savaşlarından dolayı Çanakkale yörelerine hakim olsa da başarılı bir yönetim sergileyemedi. Özellikle dağlık bölgelerdeki halk hep kendi başlarına buyruk yaşadılar. Yani dağlık bölgelerdeki insanlarla ne İranlılar ne Atinalılar ve ne de Ispartalılar başedemediler. Bunlar Anadolu kökenli yerli kavimleri idi. Yani bizim dedelerimiz ve atalarımız oluyorlardı.
M.Ö. 370 dolaylarında İran’da merkezi otorite iyice zayıflamıştı. Bu yüzden Çanakkale ve Batı Anadolu’daki İran valileri bağımsız hale geldiler. Assos ve Troia’nın İran Valisi, Manyas Gölü güneydoğu kıyısındaki Deskyleion kentinde oturuyordu. İran hakimiyetinin zayıflaması bu bölgedeki isyan etmemiş birçok valinin güçlenmesine neden oldu. Bunun yanında M.Ö. 335’lerde gelindiği zaman Makedonya Krallığı güçlenmiş Trakya’ya egemen olmuştu. Artık kader hükmünü İranlıların aleyhine icra edecekti. Nihayet İskender’in M.Ö. 334 Granikos Savaşı ile İranlıların Çanakkale yörelerinden tamamıyla çekilip gitmesiyle sonuçlanmıştır. Böylece İskender hem Batı Anadolu’yu hem de Orta Anadolu’yu işgal etmiş oluyordu.
İskender’in ölümünden sonra yapılan taksimde; Çanakkale bölgeleri onun kumandanlarından Lysimakhos’un hissesine düşmüştü. İsmi ile anılan Lisamakos kasabası Gelibolu ile Kavak beldesi yakınlarında idi. Ama Çanakkale bölgeleri; Geyikli beldesi ile şimdiki Kestanbol ılıcaları arasında kalan Aleksandır Troia’yı kuran meşhur Antigohos’un hissesinde idi. Onun da M.Ö. 180 ile M.Ö. 129’da ise Bergama Krallığa Romalılara tabi olunca Çanakkale yöreleri de Roma’ya tabi oldu. Bu hakimiyet 500 yıl kadar sürmüş ve Çanakkale’nin en uzun süreli sükunet dönemi sayılır. Roma krallarından Hadrianus: M.S. 117-138 yöreyi büyük çapta imar etti ve bayındır hale getirdi. Ondan sonra gelen krallardan Aurelianus Troia’yı başkent yapmayı düşündü fakat gerçekleştiremedi. Sonunda İstanbul seçildi ve M.S. 330’da Roma’nın resmen başkenti ilen edildi. Ama imparatorluk tek elden ve İstanbul’dan idare edilemedi ve 395’te ikiye bölündü ve Bizans devleti kurulmuş oldu. Eceabat yöreleri Bizans’a tabi oldu ve Troia’dan sonra Abidos’a da gümrük merkezi kurdular. Yani bundan sonra Troia ikinci planda kaldı ve Abidos birinci plana çıkmış oluyordu. En haşmetli devri 395-641 arasıdır. Ondan sonra devamlı Müslümanların baskısına maruz kalmıştır. Nihayet 1453’te Bizans tarihe gömülmüş ama Yunanistan kendisini Roma ve Bizans’ın varisi kabul edip devamlı bir çıban bayı olarak önümüzde durmaktadır.
Nihayet 649’da Kıbrıs Adası’nı alan Arap orduları 655’te Muğla kıyılarında Bizans ordusunu ağır bir yenilgiye uğratmışlardır. Gene 668-669 tarihlerinde Çanakkale Boğazı’ndan geçen Arap orduları İstanbul üzerine vardılar ve aynı yoldan geri döndüler; bu defa üçüncü kez Halife Velid ve Süleyman zamanında ve başkomutandan dinlenme mahiyetinde Abdos/Nara Burnu/kasabasında konakladılar. Buraya bir cami ve bir de çeşme inşa ettirdiler. Oradan İstanbul’a ulaşıp yine fethedemeden aynı yolu takiple geri döndüler. Arap orduları İstanbul’u fethetmediler ama Bizans’ı Anadolu’da iyice hırpaladılar. Bu durum Fatih’in işini kolaylaştırmıştır. 1075 tarihinde İznik’i başkent yapan Anadolu Selçuklular’ı Çanakkale yöresine hakim olmuşlardı. Bu şu demek oluyordu. 1075’ten 1085’e gelindiği zaman Çanakkale yöreleri tamamıyla Süleyman Şah’ın olmuş oluyordu. Böylece Türkler Doğu Anadolu-Orta Anadolu’dan Adalar denizi kıyılarına kadar uzanan geniş ve verimli ovalarda yerleşip üretici durumuna geçmişlerdi.
Süleyman Şah bu işlerle uğraşırken İzmir ve çevresinde bağımsız olarak Çaka Beyliği kuruldu. Çaka, çok geçmeden Urla-Foça kıyı kentlerini ele geçirdi. Midilli, Sakız, Sisam, İstanköy, Rodos gibi adalara el koydu. Daha sonra Edremit üzerine geldi ve şehri teslim aldı. Oradan gelip Bizans’ın gümrük merkezi olan Çanakkale/Abidos’u kuşattı. Bu olaylar ve gelişmeler Bizans’ı korkutmuştu. Bu arada Süleyman Şah öldü ve Kılıç Arslan’ı kışkırtan Bizans kayınpederi Çaka Beyi ortadan kaldırdı. Yani hem seni hem bizi temizleyebilecek fikrini ileri sürmüştü. Böylece Bizans geçici de olsa rahat bir nefes almıştı. Çaka’nın ölümünden sonra ve onu takip eden Birinci Haçlı Seferlerini müteakip yıllarda Çanakkale yöresi gene Bizans’a tabi oldu ve nihayet 1296 tarihinde kurulan Karasi Beyliği dönemi ile Çanakkale toprakları söz konusu Türk beyliğine tabi olmuştur. Aydınlı Umur Bey de yöreden eksik olmuyordu. Selçuklular ise dahilde birlik mücadelesi veriyorlar ve uçlarda da yeni Türk beyleri kuruluşlarını tamamlıyorlardı. Tarih 1290-1310’lar arasını kapsar.